PELKAS'ın ÜÇ DAKİKASI
Fenerbahçe haftalar, belki de aylar sonra gündüz oynuyordu. Aslında bu futbolcular için dezavantajdı. Üstüne en büyük dezavantajı yaratan Pelkas'ın tekrardan kendi özüyle uyum göstermeyen pozisyonuna geri dönmesiydi. Fenerbahçe mücadeleyi kazanabilir, Pelkas goller de atabilirdi ancak kadro elverişliyken, Pelkas'ı kendi yerine çekmek varken neden böylesine bir tercih yapılmıştı anlamak mümkün değildi benim açımdan. Acaba Mert Hakan'a yer açmak mıydı gaye? Yoksa; "Aman bir kazaya ugramayalım. Orta sahada bir oyuncuyla kalabalık olalım" mantığı mıydı?
Oysa ki Pelkas kendi pozisyonunda oynarken, diğer kanatta Sinan'ın ekürisi olarak Valencia’yı ya da Ferdi’yi oynatabilirdi Erol Hoca. Pelkas'a da; "İki kişilik oynayacak, ileri geri koşacak ve bu maçın adamı sen olacaksın" diyebilirdi. 27 yaşında içi kıpır kıpır olan bir oyuncudan bunu pekala isteyebilirdi hocası olarak. Bu satırları yazarken dakikalar yirmi bir küsuru gösteriyordu ve öylesine bir Fenerbahçe üstünlüğü de yoktu ne ikinci ne de üçüncü bölgede Rzurum civarlarında. Evet Mesut geldiğinde, mecburen Pelkas son önde oynayacaktı ama Özil henüz çubukluyla sahaya çıkmadığına göre böylesi bir karar bir teknik adam için akıl fakirliği olmalıydı!
EĞRİSİ DOĞRUSUNA DENK GELİNCE
Kasımpasa'ya karşı iki asist, Alanyaspor'a karşı da galibet sayısını getiren bir oyuncunun sol kanada prangalanması kesinlikle yanlış tercihdi. Mert Hakan’la hocanın önde pres yapma isteğini anlıyorum ancak böylesine kadife ayaklı bir yeteneğin de kendi doğal bölgesinde oynamamasını da fena yanlış buluyorum doğrusu. Fenerbahçe ilk kornerini 42'de Caner'le, ilk sutunu da 48'de Thiam'la bulabildi. 50'de gelen gol Fenerbahçe'nin kötü oyununu unutturmasa da, futbolun garip bir güzelliğiydi belki de. Pelkas'ın bencilliğe kaçmadan, kendisi vurmak yerine Mert Hakan'ı görmesi ve Mert'in de iyi vuruşuyla gelen sayı adeta hastaya verilen bir ilaç gibiydi. Ama oyuna bakarsanız bu kadar geride kalmak hiç de normal değildi Fenerbahce adına. Ne diyebiliriz ki…Eğri doğrusuna denk gelen bir son dakikada fotoğrafı izledik son düdk çalmadan. Şanslıydı sarı lacivertliler ve bu şansı da iyi kullandılar. Bu arada Sinan son adamdı diye düşünüyorum faulü tek adam olarak aldığında. Osman kırmızı kart görmeliydi.
İkinci yarı başlarken ne değişti bilemiyorum ancak teknik ekipden oyunculara kadar herkes formanın, armanın, üzerinde taşıdıkları renklerin anlamlarını ve ağırlıklarını anlamış olmalıydı. Pelkas takımı rahatlatan, Sinan Gümüş'se iyi oyunlarının semeresini kendisine hak ettiren ve takımının galibiyetini garanti ettiren skoru üretiyordu üç farkı bulurken takımı adına. Sonrası malum…Oyunu rölantiye alan bir Fenerbahçe. Pelkas’ın hocasına çaktırmadan az da olsa gezgin moduna geçmesi. Valencia, Ferdi ve Caner ile kaçan dördüncü, beşinci ve altıncı gol umutları.
Gecenin yıldızları Pelkas ve Sinan’dı. Birer assist ve birer golle takımlarını zirveye ortak ettiler. Fakat Pelkas’ın ilk golde bencil davranmayıp Mert Hakan’a; “Al da at demesi” gecenin futbol adına en yakışıklı hareketiydi. Erzurum’da böylesine berbat bir zeminde, 6-7 derecelik ısıda 3 puanı alabilmek elbette güzel bir sonuç. Ancak 45 dakika sahada olmayan, ilk devrenin son bir kaç dakikasında kımıldayan, bu kımıldanışını ikinci yarının ilk çeyreğine lütfen taşıyabilen bir Fenerbahçe’nin oyun anlamında çok da doğru bir yolda olduğu söylenemezdi. Erol hoca ne yapıp edip takımının oyunları domine ettiği bu dakikaların sürelerini artırmak zorundaydı. Erzurum maçı gösterdi ki hem teknik ekip kenardan hem de futbolcular sahadan isterlerse gaza basıp oyunun yönünü ve ivmesini değiştirebiliyorlar. Yeter ki istesinler ve hissetsinler.