SELAMİ TURGUT GENÇ

SELAMİ TURGUT GENÇ

RAHMETLE GİDİLEN YOLUN DÖNÜŞÜ..

Geçmiş, şimdi ve gelecek zaman arasında  tutunamayan tek şey, var olmak ve yok olmak evrimleşmesidir. Dini öğretilerin ve bilimin ölçülebilir terimlerine göre, eğer bir şey doğmamışsa bitişte olmaz. Varoluş, yok oluş dengeleri bunun üzerine kuruludur. Yaşayan ve ölen her şeyi bu dürtüler içinde dengelenmiştir.

İçinde bulunduğumuz evrim aşamasında hastalık ve yaşlanma, canlı bedenlerin ölüm beklentisiyle sonuçlanır. İnsan sonuna kadar canlı ve uzun yaşamı başaramaz. Yaşamın son noktası ölümdür. Ama, vakti, saati belli değildir. Bir gün akıbet gelir başa, sonsuzluğa dönüşün istasyonu musalla taşı olur..

Dönüşü olmayan bir yolda uykuya dalıştır bu.. Gerçeklik durumunu algılayabilen insanlar şu ortak düşüncede birleşebilmelidir:

Doğduktan sonra yaşam alanlarımızı biçimlendirir, sahiplenir ve dünya nimetlerine “körlüğümüzü” miras bırakıp, göçeriz..

Şimdi, şu (Covid-19) virüsünü etiketleyen salgın hastalığın savaş alanına baktığımızda, dünyada bir ölüm-kalım mücadelesi görülüyor. Her ülke ve travmalarla uğraşıyor.

Bütün buna rağmen umutlar tükenmiyor, yaşamak ön plana çıkıyor. Her düşünen canlıda ortak mesaj şu:

“Hayatta kal, canlı üret ve çoğal..”

İnsanın önceliği ölmemek..”

Yaşam düzenleri kurulu insanlar, dünya coğrafyasının her köşesinden “Koronavirüs” korkusunu, dalga dalga yayıyorlar. Ülkemizde de kendilerini korumak ve yakınlarını kaybetmek adına “yürekleri ağzına gelen” insanlar çoğalıyor..

Ölen birisinin kaybı, aile çevresini, yakınlarını, eşini yakar, kavurur. Gözyaşları bastırılamaz hale gelir. Ancak, ölenle ölünmez. Yukarıda saydığımız hayat gerçekleri giderek anılara dönüşür.. Yaşama bağımlılık her gün yenilenmekte ve insanları iyileştirmektedir.

Ülkemizin koronavirüs tablosunun ölüm çizelgeleri inişli-çıkışlı.. Sorunlu kurumların yöneticileri vatandaşlara korkunuza değil, hastalık karşısındaki konumuza odaklanın diyorlar. Hastaneler, yoğun bakımlar doluluk oranı gösteriyor.. Ölenlerin de mezarlıklara defin görüntüleri, toplumda ruhsal endişelere sahne oluyor. Hastalığın başlangıcından beri, bir faniyi ebediyete uğurlama merasimleri yapılamıyor. Söylemek istediğimiz, bu virüsün salgın etkisi nedeniyle mezarlıklarda tören sıkıntısı yaşanıyor..

Acı olan şu Korona öncesi, cami avlusunda bir cenaze tabutu bulunuyorsa; namaz çıkışı, tanıdık biri olsun olmasın, müminler, ölen kimseye rahmetle uğurlamak için dualara katılırlardı..

Aile yakınımız, dünürümüz gazeteci Kani Atmaca’nın bacanağı ve eşi Gülseren hanımın eniştesi Birkan Acar’ın, Çanakkale’de pandemi hastanesinde kaybettik.

Çok sevecen duygularla yüklü halini “hayat adamı” olmasına bağlardık. Karayollarında dev tır araçlarını güçlü yapısıyla hareket ettirerek ulaşım hizmetlerinin yiğit adamı diye anılırdı. Emeklilik dönemini Akçay’da, Çanakkale’de huzur içinde geçirmek üzere umut dolu bir yaşam izlerdi. Duygularına göre eşini de bulmuştu. Birbirlerine hayat desteği olan Birkan’la ressam eşi Gülderen, yüreklerini de birleştirmişlerdi. Acı ve tatlı günlerin kenetlenmiş insanlarıydı. Ancak, korona döneminde, sonsuza göç edenlerin mezarlıklarda, birinci derece yakınlarından fazla kimse alınmıyordu.

Bu boşluk; dünya kurulduğundan beri ölenlerle sağ kalanlar arasında ilk defa ortaya çıkıyordu. Buna sessiz, sedasız, en az dört beş kişiyle gömülmek deniyordu.

Oysa, Rahmetli Birkan, cami çıkışı veya yolda rastladığı bir cenazeye, yaşamı boyunca “omuz veren” vefalı bir vatandaş statüsünde insandı..

Eşi Gülderen Acar, evde karantina önlemleri nedeniyle, yüreğinin parçası eşine mezarlıkta son görevini bile yapamamıştı.

Hayat tecrübemle ona telefon mesajım şöyle oldu: 

“Giden Rahmetle gider. Ruhu tekrar döner. Sabır, onu severlerinin yüreğinde yaşatır..”

<