RECEP...
Şaban’ ı, Ramazan’ ı tanımam ama Recep'i tanıyorum.
Recep bizim apartmanı haftada bir silip süpürmeye , bir düzene koymaya gelen kırk kırkbeş yaşlarında zayıf bir adamdır.
Recep her şeyi düzene koyar, temizler. Merdivenler ışıl ışıldır, tatlı serin deterjan kokar. Apartmanın önü hortumla yıkanmıştır. Ortada tek bir çöp göremezsiniz. Af buyurun avluya gelip temiz toprağa defi hacetlerini yapan sahipli köpeklerin kabahatlerini asla göremezsiniz.
Recep, her daim abdestli gezen inançlı, çalışkan bir adamdır. Terbiyeli, temiz bir insandır. Asla kaşını kaldırıp karşı pencerelerde cam silen kadına kıza bakmaz. O işine bakar. Selam verince selam alır. Hatırlı insandır.
Geçen güne kadar daire başına kırk lira aylık alıyordu, apartman yönetiminden biri “bu az” deyince aylık aidatı yüz liraya çıkardık.
Bu sabah apartman merdivenlerinden keyifle indim. Recep, paspaslarla bezlerle deterjanlarla merdivenleri yıkamıştı. Bahçeye inince su saatlerinin bulunduğu dolabı temizlerken gördüm..
Siyah ince boğazlı kazağının kollarını sıvazlamış elinde bez, temizlik yapıyordu.
Selam verdim. Selamımı aldı. Hatırını sordum. Hüzünlüydü. Laf olsun diye;
-Hava da soğuk, dedim. Hava hakikaten soğuktu. Bir çala Bay Kemal sıklette bir adamdı. Saçları kısa ve siyahtı. Gözleri hep hüzünlüydü;
- Depremdekiler ne yapıyor acaba bu soğukta, dedi .
Soğukta sanki terlemiş gibiydi.
-Vallah emekli olsaydım, bölgeye gider , ben de bir taşı kaldırırdım, dedi.
Su dolabına dirseğini, çenesini eline yaslayıp bir miktar daha düşündü ve
-İki göz bir evde oturuyorum. Bazen düşünüyorum; evime bir depremzedeyi misafir etsem, dedi.
Fakir ama gönlü zengin bu adama veda ettim. Kadıköy ‘e gitmek üzere otobüs durağına gittim.
Durakta bir genç kız ile iki elinde davul gibi şişkin poşet taşıyan bir adam vardı.
Otobüse binerken gözüm poşetlere ilişti . Adam bir poşette battaniye, diğerinde ise bereler taşıyordu.
-Depremzedelere yardım mı , dedim. İnsana kırk elli yaş aralığında tezgâhtar esnafından olduğunu düşündüren adam , evet anlamında başını salladı.
Kadıköy’de inince bir poşeti bana vermesini rica ettim. Adam kabul etti. Birkaç yüz metre yürüdükten sonra battaniye poşetini teslim ettim. O bir yana ben bir yana yürüdüm.
Doğu tarafından olduğu apaçık olan adam peygamberden misaller veriyordu. Depremlerin bize birer ibret vesikası olduğundan söz etti.
Moda’ da ise bir arkadaş cafede bekliyordu.
Tespihçi ile vedalaşıp iyi dileklerle aşağıya doğru gitti. Ben de Boğa heykelini arkama alarak Modaya doğru yürüdüm.
Hava soğuk insanlar düşünceli ve kederliydiler. Gurup halinde depremzedelere yardım toplayan siyah balıkçı kazaklar giyip kollarını yardım için sıvamış insanlar gördüm.
Sanki hemen kalkmak üzere motorunu çalıştıran bir kamyona mal yetiştirmeye çalışıyorlardı.
Birden gözüm karardı. Başka bir alemdeydim. İnce siyah balıkçı kazağının kollarını sıyırıp kamyona giyecek balyaları yükleyen “Recep”lerdi bunlar. Üşümüyorlardı. Soğuktan terliyorlardı.
Hava soğuktu. Yıl ikibinyirmıüç’ün şubatın altıncı günüydü. Akşam sarkıyordu sokaklara. İnsanlar sessiz, vakur ; sokaklar sakindi...