M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

SAĞIRA SÖZÜNÜ KÖRE YÜZÜNÜ SÜSLEME YORULURSUN! (2)

Bu noktada amaç-araç ilişkisi devreye girer; amaç ile araç yer değiştirdiği zaman da çıkılan yolun, ortaya konan amacın, sarf edilen emeğin hedefinden saptığını görürüz. 

Örneğin hadis ilmiyle iştigal eden bir hadis profesörünün hadislerin şuur ve ahlaki açıdan oluşturması gereken inşa yönüne duyarsızlaşıp ilgilenmiş olduğu akademik sahanın “bilgi malzemesi” sanması, bu nebevi soluğu anlamasına ve “hikmet” mertebesinde kavrayarak hayatına uygulamasına engel olur. Böylesi bir idrak yoksunluğu ise Alemlere rahmet olana hürmet etmek isterken bile O’nu hidayetin rehberi olarak değil adeta “hadis ilminin kurucusu” olarak yüceltmek gibi bir yanılgıyla düşürür.

Ya da böylesi bir algıyla hareket eden bir mide uzmanı bir doktor düşünün. Mide sorunu olan bir hastanın bu sorununu gidermeye çalışırken vereceği ilaçların onun başka herhangi bir organına vereceği zararla ilgilenmez. Çünkü kendisine gelen kişi onun için “insan” değil” sadece“mide”dir.

Hemen her sahaya baktığınızda artık kangren halini alan bu idrak yetimliği ile inancın közüne davranışlarla üflenmediği için kötülüğe ‘hizmet’in onursuz köprüsü kuruluyor. 

Ne istediğini bilmeden ardına durulan safların da, kimin yanında olduğunu bilmeden yürünen yolların da; dillerimizde “adalet, hakikat, merhamet” gibi ulvi söylemler olsa dahi güce ve güçlüye olan meylimizin de; bazen güçlü olduğu için sevdiklerimiz,  bazen de sevdiklerimizi ısrarla her konuda güçlü ve yenilmez görmek istememiz nedeniyle zorbalıkta adalet, zulümde hak aramamızın da; şehitlerinin başlarını vererek kaldırdıkları bu mümbit coğrafyanın izzetini ve şerefini yok etmeye çalışan, küçücük hırslarının ardında yitip giden kayıp zamanların insanlarının değirmenine su taşımamızın da kanımca yegâne sebebi bu olsa gerek. 

Malumunuz ülke çapında belki de şu ana kadar görülmemiş bir iştiyak ve azimle hem de gerek devlet gerek özel hiçbir kurum veya kuruluştan tek kuruş destek almadan daha doğrusu alamadan sürdürdüğümüz bir mücadele var yurt çapında. Şu ana kadar 21 İl,196 ilçe ve 2096 kurumu geride bıraktığımız bu mücadelede il il ilçe ilçe okul okul dolaşıp gençlerimizi yeniden milli ve manevi dinamikler etrafında kenetlemeyi, bu dünyaya gönderiliş amacını hatırlatmayı, sahip olmanın değil şahit olmanın luzümiyetini ve en önemlisi de yaşadığı çağa olan borcunu hatırlatmaya çalıştık pandemi öncesi süreçte ve şu anda da bunu yürek terimiz kitapları gençlere ücretsiz ulaştırma çabasıyla bu gayretimize devam ediyoruz.  

Bu çaba, doğal olarak her bir metrekaresi buram buram zenginlik kokan güzelim ülkemizde ufkumuzu genişletiyor; karşılaştığımız her yeni insan dimağımıza birşeyler katıyor ve gençlerin yaşam hikayelerine şahitlik ettikçe de bir kalemşör olarak yeni donelere ulaşmanın heyecanı beni tüm iliklerime kadar sarmalıyor. 

Ama gördüğünüz, duyduğunuz ve şahit olduğunuz hikayelerde “insan” olmanın getirdiği mesuliyeti yerine getiremediğiniz zaman yetememenin, uzanamamamın ve en önemlisi de yaralara merhem olamamanın ezikliğiyle sol tarafınız kanıyor. 

Zira an geliyor başta okul müdürü tüm öğretmenlerinin hem fikir olduğu gelecek vaad eden ama maddi imkanlardan yoksun gencecik bir evladımızın gözlerinin içindeki ışığa şahit oluyor; an geliyor özel eğitime muhtaç engelli bir gencimizin sessiz çığlığına avaz olmak istiyor; an geliyor tüm hayali bir müzik aleti olan gencimizin umudunu yeşertmek için yüreğiniz kanatlanıyor; an geliyor küçücük yüreğiyle tüm dünyayı kucaklamak isteyen bir gencin sesini duyurmak konusunda çabalıyor ama yetemiyoruz.   

Bu kez bu şehadeti dillendirmeye çalışıyor, insanlara duyurma gayretine soyunuyorsunuz ama ülkemiz gibi coğrafyalarda bürokrasi engelini aşabilmek, yetkililere ulaşabilmek, ulaştığınız anda birkaç dakika içinde derdinizi anlatabilmek bazen cidden aşılamaz hale geliyor. Resmi kurumların dışındaki özel sektör ise popülizm kokan birkaç istisna dışında hep andığım gibi kendisine benzemeyenin körü, kendine hizmet etmeyenin sağırı maalesef.

Peki kadifeden sessizliklerle bu kumdan kaleler nasıl büyüdü ve biz suskunluklarımız, sağırlıklarımız, körlüklerimizle hakikatleri karanlığa neden peşkeş çektik? 

Daha düne kadar mahallede pişen yemeğin tadı tüm dimağlarda bereketin leziz tadını paylaşırken bugün nasıl oldu da gördüğümüz halde sırtımızı dönüyor, duyduğumuz halde kulaklarımızı tıkıyor, şahit olduğumuz halde vicdanlarımızı örtüyoruz?

Medeniyet hapishanesi

Çünkü yeryüzünde adım adım tek bir uygarlığın “modernite” adı altında hüküm sürer hale gelmesi; küresel bir modernlik hapishanesine yol açtı ve batı dışındaki bütün paradigmalar zaman ve merkezlerini şaşırdı. Bu sayede de “hayat” denen süreç, asıl gayesi “paylaşmak” üzerine bina edildiği halde, anlamını yitirdi ve bugün modern çiftliklerde çalıştırılan milyarlarca insan sadece fiziksel olarak değil, düşünsel ve psikolojik olarak köleleştirildi ve bu sayede de kitab-ül mübinin “menat” dediği paranın kölesi haline geldi. Sekülerizm denilen ve bizim dünyevileşme dediğimiz zihni tek bir olguya odaklayan ve tüketme hırsıyla beslenen bu algıdan kurtulmadığımız sürece de yeni bir medeniyet tasavvurunun geliştirilmesi mümkün görünmüyor. 

(Devam edecek)

<