MEHMET AYCAN

MEHMET AYCAN

SANATÇI OLABİLMEK ZANAATI…

SANATÇI OLABİLMEK ZANAATI…

Sanatçı kimdir?
Türkiye’de bu sorun zaman zaman tartışılır…
Kimi şarkıcılar, sinema oyuncuları kendilerini sanatçı olarak lanse ettiklerinde tepki görür…
Ve bizde gazeteciler dahil, sahneye çıkan herkesi, bir müzik aletini tıngırdatanı, şarkı söyleyeni, eline fırçayı alıp tuvalı boyayanı beyaz perdede gördüğümüz herkesi sanatçı ilan etmekte pek mahiriz…
Oysa, herhangi bir mesleği icra eden kişi zanaatkar denir... Peki zanaatkarla sanatçı arasındaki fark nedir sorusu akla gelecek hemen.
Genel bir tarif olarak, bir düşünceyi ya da bir görselliği en güzel şekliyle yansıtan veya ifade edebilen kişiye sanatçı dendiğini söyler düşünce insanları
Zanaatkar, her hangi bir maddeyi faydalı olsun diye yapar veya ortaya getirir; sanatçı ortaya getirdiği materyali güzel ve özgün olsun diye işler. Bu amaç farklılığı, güzel sanatlarla zanaatlar arasındaki en belirgin farktır.
Sanatçı, gerçekleri estetik öğelerle birleştirerek insanların zihnine kazıyan ve aydınlık çağların başlamasına destek olan kişidir. Bunu da bazen bir heykel bazen bir şiir bazen de bir beste ile yapar.
Sanatçı olabilecek insanın, görsel ya da işitsel olarak estetik öğeler üretebilmesi gerekmektedir. Sanat düşünmeyi ve analiz yapmayı zorlayan bir kavramdır. Bu çizgide üretemeyen insan sanatçı olamaz.
Genel kabul böyledir.
Peki sanat bu anlatılarla mı sınırlıdır, Sanatçı sadece estetik bir kavram mı üretir?
Elbette sanatçı, tanımlamasının bir anlamda “toplumsal öğretmenlik” ve “kanaat önderliği” gibi sorumluluğu olduğu da aşikar.
Ancak modern dünyada sanatın sadece estetik üretmekten öte bir şeyler içerdiğini de biliyoruz. Belki estetik kavramının değiştiğine de söylemek mümkün…
Picasso’nun çözümü zor tabloları bunlardan bir örnek
Mesela, deniyor ki;, bir fincana baktığınızda, onu tüm boyutlarıyla algılarsınız. Sizin için o fincan, derinliği ve genişliği kadar içine kahve konulabilen, masada yer kaplayan bir eşyadır. Bir cephesinden baktığınız fincanın diğer cephesinde ne olduğunu bilmek içinse, fincanı 180 derece çevirmeniz gerekir.
Resimlerine yerleştirdiği tüm objeleri farklı boyutlarıyla tuvale aktaran Pablo Picasso, bize onlarca farklı açıdan gösterilmiş birçok varlık bıraktı.
Bu akım,, beş tane çıplak kadınla başladı. Bu beş çıplak kadın, bir tuvale sığdı. Sığdı ve oldukları yerden dünya sanat tarihine geçmeyi başardı. Bu 5 kadın Pablo Picasso’nun ilk kübist resminin konusu. Tablo, hem konusu, hem de biçimi nedeniyle epey tartışmalı bir eser. Dünya böylesi bir tasarımla ilk kez tanışıp merakla izlemeye başlayınca “kübizm” bir sanat dalı oldu…
Adına da “sürrealizm” dendi yani gerçek üstülük…
Henüz gerçeği bile tam tespit edemeyen sanat dünyasının işine de geldi bu gerçek üstülük… Çünkü Picaso hayal ötesi bir şey üretmişti..
Bu sürrealist akım daha sonraları felsefecileri ve sosyologları ve sosyopsikologları (Sosyal psikoloji) etkiledi bir çok yeni kuram geliştirildi. Böylece gerçeküstücü sanat adı altında şiir, düz yazı ve resmin, üretim aşamasında birçok özgün teknik ve oyun kullanılmaya başlandı.. Bunlardan birçoğu “özgür hayal gücünü” arttırdı, bilinçli realist üretimin etkisi azaldı... Bilinçdışı üretim gerçeküstücülükle merkeze yerleşti..
Oysa yaşam tüm bunların dışında; hayat tüm dar boğazıyla akıp gidiyor.
Gerçek üstü hayalcilik, yaşamı renklendirdi ama ana sorunu, yani; yaşamsal ve düşünsel sorunu çözmedi, çözemedi...
Yani yıllardır süre gelen ve yanıtı verilemeyen bir “Sanat sanat için mi yapılır yoksa toplun için mi?” sorusunun cevabı yine askıda kaldı..
Sürrealist yapımlar insanların hayal gücünün ötesine geçtiği için de bilime bir katkı sağlamadı. Çünkü bilim hala ancak hayal edilebilenleri gerçekleştirmeye çalışıyor… Ve birde “ her hayal edilenin, yeni bir hayalin kapısını açtığı gerçeğini” kabul ederek
Yani bilim hala hayal edilebilenin sınırların içinde üretim yapıyor.
Yani gerçekler yaşamımızın tam ortasında;. Çünkü hayallerinizi sadece kendi gerçekliğimizin az ötesinde bir yerde gerçekleştirebiliyoruz.
Bugün insanlık için gerçek üstü bir sanatla eğitime değil, “modern ilkelliğin” oluşturdu vahşi gerçek sorunların çözümüne ihtiyaç var…
Böylesi bir sanat hoşluk olabilir ve estetik sınırlarımızı zorlayarak yeni düşler kurulmasına yola açabilir, ama çözüm odaklı bir düşünce üretmesi şimdilik biraz zor görünüyor.
Türkiye gibi ülkelerin, mehter marşıyla ilerlemeye çalışan demokrasi sorununu, sosyal yaşamın acı gerçeklerini sadece realist bir şekilde çözmek için yol gösterici bir sanata ve sanatçılara ve bunların oluşturacağı düşünce yapısına ihtiyacı var…
Gerçeklik çizgisinde hayal kuran ve çözüm arayan bunu estetik biçimde sunan sanatın ve sanatçıların bir ülkede birçok sorunun çözümünde yol gösterici olacağı ve olumlu düşünceyi geliştireceği gerçeği hala en önemli “sür’süz bir realist” sonuç
Türkiye’nin sanat ve sanatçı konusunda fakir olduğu bir gerçek. ,
Zaten sayıca çok az olan sanatçıları da fena horluyor ve yollarını kesiyoruz…
Gerçek sanatın ve sanatçının olmadığı ülkede sağlıklı fikir üretiminin olmayacağı, demokrasinin gelişemeyeceğini kabul etmek gerek…

<