SANDIK SORGULAMA ÖYKÜLERİ..
Demokrasiye yeni bir kılıf daha bulundu.
Ülkemizde sandık sözü, pahalılığın ve işsizliğin de önüne geçti.
Son dönemlerde “sandık”la yatıyor, gene “sandık’la kalkıyoruz. Huzurumuzu ve uykuları kaçıran bir nesne durumuna giren “sandık” türünden sözler yasacıların da ağzında sakız oldu.
Önce, şu “sandık” denilen nesnenin siciline bakalım.
Sandık, içine eşya konulmaya yarayan tahtadan yapılmış, dört köşeli ve kapağı olan ev eşyasıdır. Ninelerimizden, analarımızdan beri “çeyizler” için kullanıldığı bilinir. Bunun en güzel tarifini şair Orhan Veli yapmıştır:
“Giyilmemiş çamaşırlar,
Nasıl kokar bilirsin
Sandık odalarında..”
Ama, sadece bu “sandık” sözcüğünün, başka anlamlarda kullanıldığını, genellikle eski dönemlerde “Sandık Emini” ismiyle kurumlaştığını hatırlatmakta yarar vardır.
Cumhuriyet’ten önceki yönetimlerde, “Sandık Emini” sözü, hükümet veznedarlığı anlamına gelirdi. Ayrıca, yangın tulumbacılarının omuzlarında taşıdıkları sandıklar da, tulumba işlerinde kullanılırdı.
Demokrasi yerleşince halkın oy kullanma aracına da “sandık” ismi verildi. Oy sandıkları, demokrasiyi yücelten değerlerin başında geldi. Halk, oyunu kullandığı bu sandıklarla, kendini yönetecekleri, kendisi seçmiş olurdu.
Yaşadığımız dünyada, hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın, oyların toplandığı sandıklarda sayım sonucu, kazanan taraf belli oluyor..
Anlattığımızdan fazlası sandıkların işlev değeri, bazen evrendeki “kara delikler”e de dönüşebiliyor. Halkın iradesiyle içine atılan oylar, birden sır olup uçuyor. Seçim niyetiyle kullanılan oyların taraftarları, aleyhte sonuç çıkınca, “hile” yapıldığı iddialarıyla tartışmalar çıkarıyorlar..
Yerel seçimler için 31 Mart’ta yapılan oylamalarda da, İstanbul birden “sandık” kavgasının içine sürüklendi.
Söz konusu tartışmalar, Anakent belediye başkanlığı için yeniden seçim yapılması kararıyla sonuçlandı. Siyasi partiler tam anlamıyla yarışma atağına kalktı. Mağdur taraf ise “demokrasi rafa” kaldırıldı iddiasıyla yasalara sığınmayı, zorunlu seçenek kabul etti.
Seçimlerin yenilenmesinin gerekçesi “sandık” usulsüzlükleri ve tutanak hileleri üzerine konumlandırıldı.
KUŞ GİTTİ..
Geçmiş dönemlerin tanınmış simaları, teknolojiyi hayal edemedikleri günlerde bir araya gelir, sohbeti koyulaştırır, nükte üreterek birbirleriyle şakalaşırlarmış.. Anlatacağımız fıkra böyle bir dönemden kalmıştır.
Üstad Süleyman Nazif, Hindistan’dan kendisine hediye edilen kanarya kuşuna özen gösterir, yemine, suyuna dikkat eder, devamlı kafesini temizlermiş.. hatta bir merakı daha varmış, kuşun kafesini süslermiş..
Cenap Şahabeddin, dostluğuna önem verdiği Süleyman Nazif’in evinde ziyarete gitmiş. Kuş meraklısı dostunu gene kafesi temizlerken görmüş.. Salonun pencereleri de açıkmış.. Henüz hal-hatır muhabbeti bitmeden, kafesten fırlayan kanarya’nın açık pencereden uçup gittiği farkedilmiş.. Bu durumda şaşkınlıkla kuşun arkasından bakan Süleyman Nazif, telaş içinde kıvranırken Cenap Şahabeddin kahkaha atarak gülermiş.. Buna sinirlenen Süleyman Nazif, kızgınlıkla:
“Bu kadar gülünecek ne var?” diye bağırmış. Cenap Şahabeddin, kahkahasını hafifleterek cevap yetiştirmiş:
“Bu öyle bir gidiş oldu ki, artık dönüşü yok. Kuş kafesten kaçtıktan sonra ister gül, ister ağla, uçtu gitti..”