Savaş (I)
Ekonominin soğuk gerçekleri olabilir ama savaşın gerçekleri asla soğuk değildir, cehennem ateşi ile yanıp tutuşur. Savaşanlar tarafından bu cehennem görüldüğünde çoğu savaşan için şan ve şeref boş bir laf olarak kalır.
Savaş garip bir kandırmacadır. Bize ait olan veya yakın gelen insanın acımasız ve dehşet davranışlarına bir kılıf uydurabiliriz ama aynı acımasız davranışlar yabancılar tarafından ortaya konduğu zaman bizim gözümüzde bambaşka bir biçim aldığı için öfkeleniriz, nefret ederiz. Savaşın suçu bizimse affedici, değilse yok ediciyizdir.
Savaş insanın iki yüzlülüğünü de ortaya koyar. Zayıflara karşı acımasız davranan yönetici ve savaşçı, cesurların karşısında korkuya kapılır. Hatta bazen mezbahaya benzeyen savaş alanlarından kendine çıkış yolu açmak için kendinden olanları öldürdüğü olur. Savaş insanın içindeki korkuyla birebir yüzleşmesi, inanmadığına inanır, güvendiğine güvenemez hale gelmesidir.
Savaşlar anlamsız nefret patlamaları değildi. Mutlaka bir amacı vardı ve bu amaca en iyi biçimde nasıl ulaşılabileceğine dair kafa yormak gerekiyordu. Tarihi alanlarda ve kentlerde gördüğümüz duvarlar, kuleler ve hendekler hangi korkunun getirdiği bilincin ürünüydü? Eğer kesin kararlı, iyi organize olmuş ve etkili silahlara sahip bir düşman yoksa bunlara niye ihtiyaç duyuldu? Hangi ince fikir, merkezi otoriteye başkaldırıyı simgeleyen, cesurca savunulan ve yeterli yiyecek depolayan kaleleri elde etmeye yol açan barutu üretti?
*** *** ***
Yaşamını sürdürebilmek için başka cins hayvanları öldüren avcı olmaktan çıkan insanoğlu sahip olduğu toprakları korumak için birbirini öldürmeye başladı ve böylece insanoğlu hemcinslerini öldüren saldırgan bir katil haline geldi. İlk silahı bir kenarı kabaca sivriltilmiş bir çakıldan oluşuyordu. Yetenekleri biraz daha gelişince taş bir örs ile bir kemik ucunu kullanarak her iki tarafı da keskin aletler yapmayı başardı. Ölmeden öldürmek adına mızrak, ok, topuz ve kılıç icat edildi. Basit yayın keşfi çok önemliydi. İnsan artık avını öldürmek için kol uzunluğuna kadar yaklaşmak, yaşamını tehlikeye atmak zorunda kalmıyordu. İlkel öldürmeden modern öldürmeye geçişin çıkış noktası ise subayları olan ordunun varlığıyla söz konusu oldu, katliam ve baskınlardan ayrıksanan gerçek savaş ortaya çıktı.
Tüm imparatorlukların ve devletlerin kökeni savaştır. Ama savaş bir saatli bombadır. Bombayı patlamadan durdurmanın artık hiçbir yolu yoktur. Binlerce insan ölü yatarken taraflar muhtemelen istenilen sonuca ulaşamayacaktır. İnsan gücü sonsuz değildir. Deneyimliler dışarıda bırakılmışken, aldıkları eğitimin beyhudeliği ile işsizler ordusuna katılan ve çareyi orduya kaydolmakta bulan gençler savaşın gözyaşları olacaktır. Bütün bu gençler savaşı kendileri mi seçmiştir ya da savaş onlar adına seçilip karşılarına mı çıkarılmıştır?
Ünlü stratejist Sun Zi savaşı bir ülkenin baş sorunu, ölüm kalım yeri olarak görüyor ve iyi bir hesaplama yapmadan savaşmanın büyük sıkıntılara yol açacağını söylüyor. Ona göre ilk kural halkın yöneticisi ile aynı düşünceyi paylaşmasıdır. Sonra diğer soruları soruyor: Yönetici doğru yolda mıdır? Komutanları yetenek sahibi midir? Havada ve karada kim daha avantajlıdır? Kimin askerleri daha güçlü, subay ve erleri daha talimlidir? Zi bunlara bakarak zaferi ve yenilgiyi gördüğünü söylemektedir. Savaşta ölenleri kimse geriye getiremeyecektir. O yüzden akıllı hükümdar sağduyulu olmalı, bir şey elde edilmeyecekse orduyu kullanmamalı ve durum kritik değilse savaşmamalıdır. Nicolo Machiavelli de aynı görüşle iyi komutanların ihtiyaç duyulmadığı veya karşılarına geri çeviremeyecekleri bir fırsat çıkmadığı takdirde asla savaşmamalarını tavsiye etmektedir.
Göçebe aşiretler arasındaki küçük çatışmalarla başlayan savaş kültürü tarıma geçişle birlikte şekil değiştirdi. Yerel küçük köyler ve kan bağı olanlar birleşiyordu. Tarımla durağanlaşan ve kalabalıklaşan toplumlara korunmaları için kaleler, ordular ve bu organizasyonu destekleyecek lojistik hizmetler gerekti. Tarımla birlikte ortaya çıkan üretim fazlası her gün yiyecek peşinde koşmak yerine alet geliştirmeye, silah olabilecek metallerle uğraşmaya, savaş arabalarını çekecek atları ehlileştirmeye zaman tanıdı. Çünkü eşit değerdeki askerler eşit olmayan koşullar altında savaştıkları zaman daha üstün silah ve araçlara sahip olanlar kazanıyordu. Kral çevresinde uzmanlaşan siyasi, askeri ve dini kadrolar mutluluk arayışlarını yeni silahlara sahip olmak, yabancı ve zararlı gördüklerini yok etmek veya köleleştirmek üzerine kurguladılar. Bu kurgu kanlı, tozlu ve kargaşa doluydu. Taktik ve strateji yoktu, ama dayanışma ve disiplin vardı.
Savaşlar çok masraflı bir hale geliyordu. Savaşta başarılı olmak için iyi bir ekonomiye ihtiyaç vardı. Burulmalı mancınıklar, paralı akıncılar, sürekli donanmalar, usta okçular, sapan atıcılar, taş atıcılar, her türlü askeri meydan okumaya her daim karşı koyma becerisi hep sermaye gerektiriyordu. Ama aksi gibi savaş askeri gelirlerin yaşamsal kaynağı olan tarım ve ticareti de kurutuyordu.
Komutanlar aradıkları savaşçılar için keskin gözlere, dik bir başa, geniş göğüse, kaslı omuzlara, güçlü kollara, uzun parmaklara, biraz göbeğe, ince kalçalara ve dolgun değil sert baldırlara gereksinim olduğunu söylüyordu. Bu vücutlar karşılığında komutanlar kendilerine önderlik edecek, maaşlarını ödeyecek, yağma yapmalarına izin verecek ve her şeyin ötesinde onlara emeklilik hakları için söz verecekti. Para, ün ve serüven gibi yoz tutkular da cabasıydı. Silahlar ve taktikler geliştikçe savaşmak bireysel cesaretten, soğukkanlılıktan, fiziksel güçten çok daha fazlasına dönüşüyordu. Düşman ateşi altında bir kaleye taarruz etmek için her biri 13-14 metre uzunluğundaki tırmanma merdivenini taşımak, sura yerleştirmek, sonra da bilinen düzene uygun bir biçimde tırmanmak aptal cesaretinden fazlasını gerektiriyordu.
Makedonları üstün yapan atlılar ile piyadenin olağanüstü bütünleşmesi, savaş alanına tam komuta hakimiyeti ve tüm birliklerin denetimi sayesindeydi. Taktiğin büyük bir üstünlüğü vardı. Taktik geçmişin sürekliliğini koruyordu.
Dönüşüm savaş simgelerinde de kendini gösteriyordu. Eski tarım toplumu alemleri olan kurt, at, yaban domuzu, yarı insan yarı boğa canavar gibi simgeler kaldırılarak hemen hemen hepsi Roma ordusunun yaptığı gibi paralı askerliği simgeleyen savaşçı kartala yer veriyordu. Roma askeri mükemmel işler çıkardı, talimleri kansız savaş gibi, savaşları da kanlı talimler gibiydi ama hareketsizlik ölümcüldü. Sefere ve eğitime çıkmayan asker başıbozuk davranıyor, sık sık zorbalığa bulaşıyordu. Zafer sayılardan ve cesaretten değil, beceri ve talimden kaynaklanmıştı. Başarıyı askeri eğitim, kışlalardaki disiplin ve savaş deneyimi getirmişti. İmparatorluk genişledikçe iç huzursuzluklar artmaya başladı. Çok kültürlülük ile birlik sağlanamıyordu.