M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

SEN RABBİN NEFESİSİN - 2

Kurgunun krallığı gönül coğrafyamızdaki tüm kaleleri tek tek ele geçirirken; anlam haritalarımızı yerle bir ederek ritmini değiştirdiği yaşantımızda olan biteni asli yapısından, özgül ağırlığından koparıp anlamsızlığın çukuruna iterken; bırakın malını, mülkünü, parasını, arabasını, makamını, mevkisini; aldığı nefesi, taşıdığı canı bile günü geldiğinde teslim edeceğini bilen insan; ne oldu da iman ettiğini iddia ettiği kutsallara ilk adımını atarken dahi “şahidim ki” diye beyan ettiği ikrarındaki şahitliği, gem vuramadığı ihtiraslarıyla “sahibim ki”ye dönüştürme uğraşında ömür tüketip, kendisine tanınan vade içinde sadece “kendini” yaşamaya odaklandığı halde, “kendinden ibaret kalamaz” hale geldi ve özünü, anlamını bu kadar kaybetti?

Evet, farkındayım, farkındasınız, farkındalar… 

İnsan hikâyeleri giderek birbirine benziyor, aynılaşıyor, silikleşiyor. İçini dolduramadığımız bu hikâyelerle yaşadığımız herşey koca bir boşluk halini alıyor. 

Zira vaktinin devasa parçalarını sanal dünyadaki rivayetlere kurban veren günümüz modern insanı bu anlam kargaşaları içinde kendi yaşamını zengin kılacak tecrübeleri yaşamaya artık vakit bulamıyor. Çünkü bütün duygusal ve zihinsel enerjisini “dokunamadığı” sanal bir dünya için harcıyor ve içinde yaşadığı hayatı yüzüstü bırakıyor. Bu öğüten ve öğütme hızını her geçen gün artıran teknoloji değirmeni içinde de “benim hayatım” diyebileceği pek bir şey kalmıyor. 

Bu anlamsızlık çukuru içinde kederlerden arıtılmış bir dünyanın hayali kurulsa da, hızlarını arttırmak için bütün anlam ağırlıklarından kurtulmaya çalışan; herkesin büyülenmiş gibi aynı şeyleri yaptığı ve bunları sürekli tekrar ettiği; yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz anlam oksijenini dumana boğmak için kalabalıkların birbiri ile yarıştığı; neredeyse her şeyin satın alınabilir hale geldiği çağımızda; hayatımız, yaşama kültürümüz, kullandığımız eşya ve araçlar, yaşadığımız şehir ve mekanlar, tutku ve arzularımız, alışkanlık ve bağımlılıklarımız ve en çok da bizi biz yapan değerlerimiz ‘hız’la değişiyor. 

Bu gidişatta neyin yanlış olduğu, nelerin bizi yanlışlara götürdüğüne dair akla gelebilecek her tespit bu gidişattan mustarip olan herkeste bir karşılık bulsa da ne tuhaftır ki artık bu karşılıktan bir etki doğmuyor.

Çünkü çağın modern insanı(!) birkaç satır okusun, üç beş tweet takip etsin, tv de birkaç hararetli tartışma izlesin ve bu sayede her şeyin hakikatini iki dakikada çözsün, her konuda bilgi ve kanaat sahibi olsun istiyor. Geçtiği eğitim sürecinde kafasından aşağı zorla boca edilen bilginin -gerçek hayatta çok da işine yaramadığını gördüğü için olsa gerek- bilgi sahibi olmanın maliyetini ödemeye mecali yok, yıllarca okuyup araştırmayı gözü kesmiyor artık. Bilgili görünme çabası da sadece yaşadığı toplumda sahip olduğu konum, makam, mevki için geçerli. Yoksa ezici bir çoğunluğun ona bile ihtiyaç duymayacak kadar kendini zeki sandığına eminim.

Heyecanı hız limitlerinin üstünde arayan, her şeyi hızlı yapmayı marifet bilen; bu nedenle de hızlı iletişim ağları, hızlı ulaşım araçları, hızlı okuma yöntemlerini kıyasıya araştıran günümüz insanı; aynı hızla düşünüp unutmaya, aynı hızla sevip soğumaya, aynı hızla kopyalayıp yapıştırmaya, aynı hızla yükleyip indirmeye de başladı farkında olmadan.

Belki de bu yüzden yukarda andığım insan zekâsıyla alay eden kişisel gelişim drajeleri, tılsımlar, cifirler, çabuk zengin olmanın yollarını öğreten kitaplar yok satıyor: Çünkü bunların zihniyetimizdeki her türlü vitamin eksikliğini gidereceğine inandık daha doğrusu inandırıldık.

Dünyada gelmiş geçmiş en büyük kişisel gelişim uzmanının aslında Âlemlere rahmet olarak gönderilen olduğunu nerden bileceğiz ki, merak salıp sevdiğimizi iddia ettiğimiz ama -bu sevginin hakkını vermek adına dahi olsa- ona benzemeye çalışmak için hayatını en ince ayrıntısına kadar araştıralım. 

Edebî ifadenin, hikmetli sözün yanına tefekkürü koymak yerine; altına fon müziği, yanına kahve fincanı koymamızın sebebi bu değil mi sizce de? 

Peki ya; kitaplarımızı ‘mutlaka okunması gereken 100 kitap’ listelerinden, filmlerimizi ‘ölmeden önce izlenmesi gereken 100 film’ seçmelerinden, gündemimizi hashtag dökümlerinden, trend topic sıralamalarından, fikirlerimizi ‘omuz atın, bugün şu fikri savunuyoruz’ dolduruşlarından, hayallerimizi ‘in-out’ güncellemelerinden, zevklerimizi ‘ne yenir ne giyilir ne alınır, nerede kalınır’ güdülemelerinden almamızın altında da bu sebep yatmıyor mu?

Aslında evet” dediğinizi duyar gibiyim! 

Çünkü bu ‘medyatik ezber’ hem herkesten bir eksiğimizi bırakmayacak hem de en seçkin olarak bizi işaret edecek sanıyoruz. Sorulmuş soruların üstüne sorulmamış bir soru eklemek, verilmiş cevapların ötesinde verilmemiş bir cevap aramak; bu yüzden kimsenin aklına gelmiyor. 

(Devam edecek)

<