M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

SEN RABBİN NEFESİSİN - 3

Ortaya atılan bir konu, filanca yazardan birkaç alıntı, filanca kitaptan üç beş anekdot, şu filozoftan icap ettiği kadar hikmet, bu ariften bir tutam irfanla da her şeyi bilen, her konuda ahkam kesen, elindeki malumat kırıntısı ile allame olan bir toplum çıkıyor ortaya. 

Hiçbir hayran olunası zenginliği, inceliği, derinliği, başkalığı olmayan ama buna rağmen sebepsizce başkalarının hayranlığını kazanmayı bekleyen şaşkın, heveskâr bir kalabalığın olduğu bir ortamda insanlar; üretmek, okumak, bilgilenmek için neden uğraşsın ki?

Ama bence şu manzaranın en acınası tarafı da bu kadar aktivite, bu kadar harcama, bu kadar didinip durma, bu kadar ondan bundan bahsetme, bu kadar afili poz, bu kadar cafcaf ve parıltıyla mutlu olmaya çalışan bu güruhun hala “ben neden mutlu, huzurlu değilim” sorusunu keşfedememiş olması.

Böyle bir keşif sancısı olmayan toplumun sosyolojik bir röntgeni çekilse; birbiriyle sürekli didişen, birbirinin hakkına hukukuna riayetkâr olmaktan hızla uzaklaşan, ahlâklı davranışı hep başkalarında görmek isteyen, yargılarken kaba ve katı, severken ölçüsüz ve bencil, meseleleri derinliğine kavramak yerine zihnini klişelere teslim eden, tabii olan her şeyi tahrip eden, muhasebesiz, muhakemesiz, her oltaya gelen, her zokayı yutan, her rüzgâra kapılan, liyakate sahip çıkmayan, değerlerinden yeni değerler üretemeyen ve yeniliklerle kaidesini kaybeden bir görüntü çıkar ortaya kanımca.

Farkında mısınız bilmiyorum ama bence bu yüzden büyük kelimelerle konuşuyor, küçük anlamlarla idare etmeye çalışıyor; büyük meseleleri çözmeye soyunuyor, küçük engellere takılıp kalıyoruz. 

Yanlışın tarifinde hemen hepimiz hemfikiriz ama oradan doğrunun pratiğine geçemiyoruz.

Bu yüzden olsa gerek, ben sürekli birilerinden bahsediyorum ya da birileri sürekli benden bahsediyor; ne zaman bir araya gelsek başkalarını konuşuyoruz.  Bu yüzden olsa gerek, hiç kimse hiçbir zaman kendinden bahsetmiyor; hiç kimse hiçbir zaman kendinde olmuyor, hiç kimse hiçbir zaman kendini yaşamıyor. Bu yüzden olsa gerek, bize hatamızı, yanlışımızı, eksiğimizi, eksikliğimizi söyleyeni anında düşman belliyoruz. 

Çünkü her birimiz (başta zavallı nefsim) o kadar inanmışız, inandırılmışız ki kusursuzluğumuza; o kadar mükemmel, o kadar kusursuz görüyoruz ki kendimizi; neyi beğensek o kayıtsız şartsız güzeldir sanıyoruz. Neyi sevmesek, sırf biz sevmedik diye o şey her ne ise çirkinin ta kendisi oluyor. Hatanın hiçbir şekliyle bize zinhar yakışmayacağına, yanlış adına herhangi bir ihtimalin üstümüzde ilişecek hiçbir yeri olmadığına inanıyoruz. 

Bu kir tutmazlığımızın nedenine, nasılına dair ise en ufak bir muhakememiz olmadığı gibi bu kemâle ne yaparak eriştiğimiz sorusunun cevabını bulabilene aşk olsun

Dayanaksız, boş, havada asılı duran, içini neyle doldurabileceğimizi hiç düşünmediğimiz kibrimizle; ucu muhtemel bir sorgulamaya, yüzleşmeye, muhasebeye çıkan hiçbir sokağa adımımızı atmadığımız için böyle bir sorumuz da yok zaten

Bu sorgusuzluk ve gamsızlık, aynı zamanda canımızı sıkacak her şeyi etkisiz hale getirebilen; hiçbir uyarı, nasihat ve eleştirinin delemeyeceği kalınlıkta bir zırh örüyor her birimiz için. Üzerine üzüntü ve kaygı yapışmış; kumaşı kibir, süsü ise gurur olan bu zırhlara bürünüp ahlâkı, iyiliği, dürüstlüğü, adaleti, hakkaniyeti, diğerkâmlığı, inceliği, güzelliği toplumsal kampanyalarla, özlü sözler ya da gösterişli bilboardlarla ayakta tutabilmek için çabalıyoruz ama nafile. Nafile, çünkü bütün bu değerleri önce ferdî planda ve bu sayede toplumsal hayatta vazgeçilmezimiz kılarak, hayatımızın her anında bunun mücadelesini vererek, karşılaştığımız her müşkülde insan olmaya, öyle kalmaya dikkat ve sadakat göstererek yaşatabiliriz. 

Manen çöl olmaya yüz tutmuş asrımızın dilsiz dudaksız bir tanığı olarak, telaffuzum elverdiği ve Rabbimin nasibince, ahlâkının varisi olduğumuz Alemlere rahmet olana benzediğimiz nisbette değer kazanacağımız bilincinin ihya ettiği bir ikna dili içinde; yaşadığım çağın yaralarına dokunmak, sevgi ve merhamet ışığının taşıyıcısı olmak adına kendi yürek arzımdan çıkanlar kendi zihin semamı doldursa da tam da bu noktada sormak istiyorum

Dışı bu kadar kalabalık olan insan içerdeki sesi duyabilir mi veya içerden bu kalabalığı gören ben gibi acizler kendi kabuğundan çıkıp bu anlamsızlığın bir parçası olur mu?

Müebbet Muhabbetle!

(Bitti)

<