CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

SERT YAZAR , MÜLAYİM OKUR

İstanbul’da en çok nereyi seversin deseler, hiç tereddütsüz Üsküdar’ı derim.

Üsküdar’ın  bir tarihi  bir de insanları vardır… Ben ikisini  de severim.

Tarihi elle tutulur, gözle görülür.

Camilerini, çeşmelerini,  türbelerini, çınarlarını , konaklarını elle tutar gözünüzle  görürsünüz…

Çarşıda pazarda vapura yürürken ,  alışveriş yaparken ,yaşlısı, genci, kadını erkeği, garibi gurebası, memuru işçisi, esnafı gözle görülür ancak elle tutulmaz.

Adamları efendi, hanımları da hanımefendidir. Karşılarındakine değer verirler; dinlerler , muhataplarına siz diye hitap ederler…Trafikte yaya iseniz, arabalarını durdurup   yol verirler…

Kültürlü insanlardır. Kitap okurlar, tiyatroya giderler… Sözü sohbeti tatlı insanlardır.

Hayvan severdirler; sokak kedilerini ve köpeklerini   besler, korurlar...

İnançları kuvvetli insanlardır. Cuma günleri esnaf kepengini indirir hutbe dinler.

 Küçük esnaftırlar. Kuruşla alış veriş buralarda geçerlidir. Aza kanaat ederler.

Bana gelince ben Üsküdarlı değilim. Hasbelkader buraya yolu düşmüş  Selimiye  Mahallesinde oturan bir taşralıyım.

Ben  işim dolayısıyla  her sabah vapurla  Beşiktaş’a geçer  , akşam da  Üsküdar’a döner, rıhtımdan karşı kaldırıma yoğun trafik sıkışıklığı nedeniyle  arabalar arasından geçerim.

Üsküdar’da rıhtımda  arabalarla yayalar arasındaki  dans büyük hoşgörü içinde yapılır. Kimse kimseden şikayetçi değildir. İnsanlar ve arabalar nezaket  kuralları içinde ,hoş görülü ve kibardırlar.

Üsküdar’daki bu  nezaket ve hoşgörü olayına ne yazık ki ünlü yazar Bay  Taşgetiren dolayısıyla  bir çekince koymak isterim. 

Aylardan bir yaz ayıydı. Sıcaktı. Akşamdı. Evler  henüz  ışıklarını  yakmamış, arabalar ve insanlar yorgun argın  evlerine gidiyorlardı.

Vapurdan  inmiş   arabaların arasından karşı kaldırıma geçiyordum. Onu  sağımdan gelen  gıcır gıcır  kara bir Mercedeste gördüm. Direksiyon başında havali ve koyu takım kravatlıydı. Başı kel ve  sakallıydı. Arabasının içinde ise kara çarşaflı kadınlar vardı.

Bay Taşgetiren’in yazılarını ara sıra okuyor, konuşmasını  biraz kibirli buluyordum. Yazıları da konuşmaları  da  kedi mırıltılarına benzeyen şeylerdi.

Kadere bakınız ki, benim gibi bir yaya ile ünlü yazarı  trafikte karşı karşıya getirmişti. O beni  tanımasın , halbuki ben onu tanımıştım. Arabasının önünden geçerken  elimi kaldırmış ,hem selam vereyim, hem de bana yol verdiği için teşekkür etmek için...

Ünlü yazarın yolunu kesip tekerine taş koyduğum için belki yanlarındakine hava basmak için sinirlenip bir şeyler mırıldandığını , el kol hareketiyle sert yaptığını , beni  hor gördüğünü caddeyi geçtikten sonra anladım.

 Doğrusu yazarken ,  konuşurken mülayim, trafikte sert; tatsız tuzsuz yazılarıyla insanın uykusunu getiren  ünlü  yazarın bu tavrı canımı sıktı,  gözümde küçülttü.

Üsküdar’dan böyle bir adam çıkmaz, dedim kendi kendime ...Tuttum araştırdım... Haklıymışım.  O da benim gibi taşralıymış meğerse...

Bir daha da yazısını okumadım...

 

 

<