SERT YAZAR , MÜLAYİM OKUR
İstanbul’da en çok nereyi seversin deseler, hiç tereddütsüz Üsküdar’ı derim.
Üsküdar’ın bir tarihi bir de insanları vardır… Ben ikisini de severim.
Tarihi elle tutulur, gözle görülür.
Camilerini, çeşmelerini, türbelerini, çınarlarını , konaklarını elle tutar gözünüzle görürsünüz…
Çarşıda pazarda vapura yürürken , alışveriş yaparken ,yaşlısı, genci, kadını erkeği, garibi gurebası, memuru işçisi, esnafı gözle görülür ancak elle tutulmaz.
Adamları efendi, hanımları da hanımefendidir. Karşılarındakine değer verirler; dinlerler , muhataplarına siz diye hitap ederler…Trafikte yaya iseniz, arabalarını durdurup yol verirler…
Kültürlü insanlardır. Kitap okurlar, tiyatroya giderler… Sözü sohbeti tatlı insanlardır.
Hayvan severdirler; sokak kedilerini ve köpeklerini besler, korurlar...
İnançları kuvvetli insanlardır. Cuma günleri esnaf kepengini indirir hutbe dinler.
Küçük esnaftırlar. Kuruşla alış veriş buralarda geçerlidir. Aza kanaat ederler.
Bana gelince ben Üsküdarlı değilim. Hasbelkader buraya yolu düşmüş Selimiye Mahallesinde oturan bir taşralıyım.
Ben işim dolayısıyla her sabah vapurla Beşiktaş’a geçer , akşam da Üsküdar’a döner, rıhtımdan karşı kaldırıma yoğun trafik sıkışıklığı nedeniyle arabalar arasından geçerim.
Üsküdar’da rıhtımda arabalarla yayalar arasındaki dans büyük hoşgörü içinde yapılır. Kimse kimseden şikayetçi değildir. İnsanlar ve arabalar nezaket kuralları içinde ,hoş görülü ve kibardırlar.
Üsküdar’daki bu nezaket ve hoşgörü olayına ne yazık ki ünlü yazar Bay Taşgetiren dolayısıyla bir çekince koymak isterim.
Aylardan bir yaz ayıydı. Sıcaktı. Akşamdı. Evler henüz ışıklarını yakmamış, arabalar ve insanlar yorgun argın evlerine gidiyorlardı.
Vapurdan inmiş arabaların arasından karşı kaldırıma geçiyordum. Onu sağımdan gelen gıcır gıcır kara bir Mercedeste gördüm. Direksiyon başında havali ve koyu takım kravatlıydı. Başı kel ve sakallıydı. Arabasının içinde ise kara çarşaflı kadınlar vardı.
Bay Taşgetiren’in yazılarını ara sıra okuyor, konuşmasını biraz kibirli buluyordum. Yazıları da konuşmaları da kedi mırıltılarına benzeyen şeylerdi.
Kadere bakınız ki, benim gibi bir yaya ile ünlü yazarı trafikte karşı karşıya getirmişti. O beni tanımasın , halbuki ben onu tanımıştım. Arabasının önünden geçerken elimi kaldırmış ,hem selam vereyim, hem de bana yol verdiği için teşekkür etmek için...
Ünlü yazarın yolunu kesip tekerine taş koyduğum için belki yanlarındakine hava basmak için sinirlenip bir şeyler mırıldandığını , el kol hareketiyle sert yaptığını , beni hor gördüğünü caddeyi geçtikten sonra anladım.
Doğrusu yazarken , konuşurken mülayim, trafikte sert; tatsız tuzsuz yazılarıyla insanın uykusunu getiren ünlü yazarın bu tavrı canımı sıktı, gözümde küçülttü.
Üsküdar’dan böyle bir adam çıkmaz, dedim kendi kendime ...Tuttum araştırdım... Haklıymışım. O da benim gibi taşralıymış meğerse...
Bir daha da yazısını okumadım...