M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

SEVDİĞİNE BENZEYECEKSİN! -2

Bunun anlamı ise onun fikrini, bakışını, uğrunda ömür tükettiği davasını çağa taşımak, onunla çağdaş olmaktır. Yani iman iddiasındaki her ferdin Hz. Peygamber’i kendi şimdi ve buradasına mümkün olduğunca taşıması ve yaşamasıdır.

Bu da onu “anmaktan” daha çok, “anlamakla” mümkündür. Anma çabaları ise onu anlamaya vesile olduğu kadar makbuldür. Yok eğer buna vesile olmuyorsa, aksine bir tür değer tüketim panayırlarına ve tatmin seanslarına dönecekse, ziyan ve hüsrandır.

Öyle ya ariflerin dilince her değerin arısı da olur sineği de. Bir değerin arısı onu üreten, sineği onu tüketendir. Değer ne kadar büyükse, arısı ve sineği de o kadar büyük ve o kadar çok olur.

Yani Alemlere rahmet olan biz Müslümanlar için çok çok değerlidir evet ama bunu söylemek kolaydır. Zor olan tarafı ise onu, taşıdığı ruhu, yüklendiği davasını, uğruna ömür tükettiği değerleri üretmek, taşımak ve yaşamaktır.

Şimdi bu açıklamalar ışığında bir kez daha sormak lazım, biz gerçekten onu tanıyor muyuz? 

Tanıdığımızı iddia ediyorsak bu tanımanın vermesi gereken duygusal ve ruhsal bağlılıkla oluşan sevgi halesi neden yaşamlarımıza sirayet etmiyor? Biz, sevdiğimiz iddiasıyla haykırdığımız “örnek” insanın ahlâkının güzelliğine neden bürünemiyoruz?

Zihnimizin duvarlarında sayısını çokça artırabileceğimiz bu sorular cevap arayadursun şimdi de bize ruh üfleyen yaratıcımıza olan sevgimize bakalım;

Malumunuzdur, toplumun hangi kesimi olursa olsun ısrarla bozulduğumuzu ve bu kesimlerin hemen hepsinin görüş, duruş, fikir ve ideolojisinde ahlaki zaaflar olduğunu ısrarla dile getiren biriyim. 

Bazıları bundan rahatsızlık duysa da ahlâk dediğimiz şey, yaratılış amacına (kitabi deyimle mâ hulika leh) uygun davranmak; vicdan çipine kodlanan tüm değerleri, farkına vardıktan (ergenlik çağına ulaştıktan) sonra son nefesine kadar bütün varlığını bu değerleri korumak için şahit kılmaktır.

Zira Rabbin nefesi olan insan; ayetlerin işaret ettiği tabirle Allah’ın ahlâkıyla ahlaklanmak, başka bir deyişle ilahi esmanın yansımalarını yaşamında diri tutmakla mükelleftir.

Evet, eğer insan sevdiğini söylediği yaratıcısını tanısa ve anlasaydı, kendi kartvizitinin başında da söylem ve eylemlerinde de O’nun Rahman ve Rahim sıfatlarından yansıyan bir şefkat ve merhamet yansırdı. 

İster kabul edelim ister etmeyelim; eğer bu şefkat ve merhamet mahlukata koşulsuz yansımamışsa, Rabbin üflediği o tertemiz nefes, o pırıl pırıl ruh onu taşıyan tarafından kirletilmiştir. Zira (hep andığımız gibi) Müslüman olmak, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmaktır.

Hem kayıtsız şartsız teslim olduğunuzu iddia ettiğiniz Allah’ın zatını insanlara sonsuz şefkat ve merhametin kaynağı olarak tanıtacak, hem de O’na kayıtsız şartsız teslim olduğunu söyleyen bir Müslüman olarak O’nun sonsuz şefkat ve merhametinden O’nun yarattıklarına sizden taraf bir pay yansımayacaksa kusura bakmayın ama iman iddianız da ahlaki değerlere bağlılığınız da sadece bir söylemden ibaret olup yaşama geçmediği için yazmayan bir kalem gibidir. 

Çünkü, ahlak dediğimiz o değerler bütünü bireyselleşemez, ayartılamaz, satın alınamaz, akla tabi kılınamaz. Zira o “yüce bir gönüllük” anıdır. Vicdanın sesini duyduğu onda bu ahlaki değerler bütününe tutunarak o sese cevap vermek zorunda hisseden kişi artık ahlakın manyetik alanına kapılmıştır ve onu sadece bu ahlaki bütünler tamamlayabilir.

(Devam edecek)

<