SİRKECİ YAYALARI…
Kent yöneticileri, hizmet verdikleri alanda tam tersi işlerle karşılaşsalar bile bunun başarısızlıklarına bağlamazlar. Şikayetlerin toplandığı noktaların giderek bir düğüme dönüşmesiyle de çözüm için kıvranıp dururlar.
Anlatacağımız, kimin haklı kimin haksız olduğu konusu değildir. Önce kötü planlamaların yapıldığı, yumurta gibi cılkı çıkmış işlere bakalım.
Eminönü, yarım adanın Vip kapısı öneminde bir yerdir. Kentin büyük kalabalığı bu semtte görülür. Galata Köprüsü’nün bağlantısı, Mısır Çarşısı’nın ve yöresindeki ticaret alanlarının bir bölümü, Sirkeci istikametinden Sultanahmet ve Beyazıt’a doğru ulaşımı hızlandırır. Yoğun araç trafiği kadar yayaların da bu sirkülasyonu artırması sonucu, bölge tam bir kaosa sürüklenir. Sabah akşam hem düzensiz trafiğin akışı, hem de yayaların kural tanımaz halleri insanları “tımarhaneye” koşturacak kadar azgınlaştırır.
Şehrin tarihi yapısı, alış-veriş alanlarının cazip yerlerde toplanması nedeniyle Eminönü ve çevresi hedef noktası olmuştur. Günlük yaşam bu yarımada’da sürekli değişim halindedir. Ancak, huzur dolu soluk almanın rahatlığına erişemezsiniz. Hangi ulaşım aracına binerseniz bininiz, saatlerce yüz metrelik yeri aşamazsınız. Burnunuzdan solumaya, boğazınızda düğümlenen hırıltıları öfkeyle aşmaya çalışırsınız. Helesi var.. Tam Sirkeci denilen daracık kavşağa düşerseniz vay halinize. İlk öfkeniz, şehir planlayıcılarına kızgınlık cümlelerini peşpeşe sıralamak olacaktır.
Dünyanın en mutlu kentini yaratacaklarını söyleyerek planlama masalarının başına geçen, dijital aygıtları, kameraları seferber edenleri aklınıza getirirseniz, hayal kırıklığınız daha da artar.
Şimdi, şu Sirkeci keşmekeşini ele alalım. Meydan olarak normal bir açıklığa sahiptir. Tarihi gar tarafına doğru açık alan kısıtlıdır. Bunun karşısında banliyö istasyonu mevcuttur. İki taraflı devamlı yolcu taşımaktadır. Gülhane hattı, Cağaloğlu, Bahçekapı ve Eminönü’nden gelen dar yol, dörtlü dar kavşakta birleşmektedir. Trafik lambaları görürsünüz. Işıklarla araçlar yönlendirilir. Daha doğrusu, ışığına aldırış etmeyen yayalarla araç kullananlar birbirleriyle iç içedir. Üstelik, dükkan önlerine aniden park yapan araçlarında başına buyruk halleri kaynayan kazanı iyice fokurdatır.
Araç sürücülerinin kan basıncının yükseldiği anlar, Sirkeci’yi iyice sirkeleşmiş duruma getirir. Kavşaktan, kaplumbağa hareketiyle biraz yol bulup Cağaloğlu yokuşuna tırmanacağını sananlar sık sık aldanırlar. Çünkü, bu hat üzerinde de yol kenarına park edenler veya aniden çıkış yapan kaldırım kenarı araçları, normal akışı tıkarlar.
“Sonuç ne mi, olur?”
Agresif sürücüleri, denizden çıkmış balığa döndürür.
Aklı başında düşünürler bu olayları hergün tahlile koyulurlar. Sirkeci’nin tam bir sirkelik yer olduğuna kanaat getirirler.
Doktorlar, kaslarınızı gevşetirseniz sıkıntılardan kurtulursunuz, derler. Sirkeci kavşağına saplanıp kalanlar için bu söz geçerli olamaz. Kentin “Ulaşım Koordinasyon Merkezi’ni yönetenlerin büyük ihtimalle gözlerine sirke suyu kaçmış olmalı ki, etkinin tepkiye dönüştüğünü görmekte zorluk çekiyorlar.. Öfke ve gerginlik içinde bulunanların Sirkeci’deki sirkelerinde kurtçuklar geziniyor.. Herkesin gözünden kaçmayan şeyler bu semtte oluyor..
Ulaştırma Koordinasyon Merkezi’ne henüz sirkenin kokusunun sinmemiş olduğu anlaşılıyor. Bildiğimiz tek şey, Sirkeci’deki trafik öyküsünün daha ne kadar süreceğini kestirmekte çekeceğimiz zorluktur.
İNGİLİZ’LERİN ATASÖZÜ ÜNLÜDÜR: “İnsanların kusurları kendi gözlerine nadiren görünür.”