SİYASİ ÇELİŞKİLER
C.H.P. Genel Başkanı’na Cumhurbaşkanı Adayı olmak için özgeçmiş bırakan çok sayıda siyasetçi, bürokrat ve bilim insanı her meslekten aday varmış.
Sembolik, düşük profilli aday aranınca olacağı buydu. Yüksek maaşlı, masa başı bir işin tabi ki talibi çok olur.
Aranan nitelikteki aday, bunlardan biri olabilir. Maşallah, adı geçen adayların sembolik aday olmaya itirazları yok. Bu adaylar mesleklerinde başarılı olabilirler, ama cumhurbaşkanlığını taşıyabilecek kapasiteleri var mı?
Ne “O makam benim haddim değil”, ne de “Ben sembolik aday olmam” diyen çıkmıyor içlerinden.
Nasıl çıkabilir?
“Profili düşük, sembolik aday” diye diye Cumhurbaşkanlığı koltuğunu hafiflettiler.
Şimdi bir de kendiliğinden aday olabilmek için 100,000 imza toplamaya hazırlananlar var.
Anlaşılan o ki, amaçları seçimde ikinci tura kalıp, ittifaklardan birinde yer alıp, mevki sahibi olabilmek. Bu maksatla parti dahi kuranlar çok. Yeni kurulan partilerden seçime girmeye hak kazanan Genel Kurullarını yapmayı başaran parti Genel Başkan ve Yöneticilerini tenzih ediyorum. Benim kastettiklerim tabela partileridir.
İşin iyice suyu çıktı. Ciddiyetten uzaklaşıldı.
Millet İttifakı bir an önce adayını belirlese de bu iş fıkralara konu olmasa.
BİR FIKRA İLE BAŞLAYALIM;
Temel parti kurup, cumhurbaşkanlığına aday olmaya karar vermiş. Önce hısım, akraba, eş-dost ve arkadaşlarını yemeğe davet edip, maksadını açıklamış. En yakın arkadaşı Dursun;
-“Ula uşak, sen delirdin mi?” demiş.
Temel;
-“Cumhurbaşkanı adayı olmak için deli olmak mı lazım?”
Ülkemizde öyle bir Anayasa ve seçim sistemi mevcut ki, bazen iktidar olmaya %42 yetmiyor, bazen de %34 oyla iktidar olunabiliyor. Çünkü ihtilâller nedeni ile seçim sistemleri o denli ve sık sistem o kadar çok değişmiştir ki, ciddi bir seçim geleneği oluşturmak mümkün olamamıştır. Oysaki seçim sistemi her ülkede demokrasi geleneğinin temelini oluşturur. Bunun için de önce seçim sisteminin kendisinin geliştirilerek mükemmelleştirilen bir gelenek oluşturmuş olması gerekir.
Cumhuriyet döneminin ilk iki partisi üzerine birçok kitap ve makale yayınlanmış. Buna karşın toplumun ekseriyeti bu partilerin niçin kuruldukları ve niçin kapatıldıkları konusunda yeterli bilgiye sahip değildir.
Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra, ATATÜRK Meclis içindeki tek parti görüntüsünden rahatsızlık duyarak, yapılan icraatlara farklı görüş bildirecek, muhalif grubunun Cumhuriyet rejimi için şart olduğunu düşünmüş, bu konuda bir arayış içine girerek çalışmalar başlatır.
17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fıkrası kurulur. Kısa sürede teşkilatlanan bu parti Ülke sathında ortaya çıkan olumsuz olaylar ve Şeyh Sait isyanı nedeni ile 5 Haziran 1925’te kapatılır.
Beş yıl sonra Ülke’de demokrasinin gelişmesi için tek parti yönetimine son vermek için ikinci bir girişimde bulunulur. Bu kez yeni bir parti kurulması için ATATÜRK Manastır’daki okul döneminden beri birlikte olduğu yakın arkadaşı ve Fransa’da büyükelçi olarak görev yapmış, Ali Fuat Bey’e parti kurma görevini verir. Kız kardeşi Makbule Hanım ve Cumhuriyet Halk Fıkrasından ayrılan bazı milletvekilleri de kurulan bu yeni partide görev alır. ATATÜRK, Ali Fuat Bey ile anlaşmaya vardıkları yazılı teminatın bir mektup halinde yayınlanmasını sağlar. Bu teminat gereği ATATÜRK kurulacak bu partiye herhangi bir zorlamada bulunmayacak ve mevcut yönetim kurulacak bu partiye tolerans tanıyacaktır.
Yayınlanan bu mektupta ATATÜRK;
“Reisicumhur bulunduğum müddetçe reisicumhurluğun üzerime verdiği yüksek ve kanunî vazifeleri, hükümette olan ve olmayan fırkalara karşı âdil şekilde ve tarafsız yapacağıma ve laik cumhuriyet esası dâhilinde fırkanızın her nev’i siyasî faaliyet ve cereyanlarının bir engele uğramayacağına inanabilirsiniz.”
Yapılacak olan belediye seçimlerine katılmak için sıkı bir program hazırlayıp yoğun bir çalışmaya başladılar. Ancak Cumhuriyet Halk Fıkrasının yerel teşkilatları bu yeni girişime karşı çıkarlar. Yurdun dört bir yanından yeni partiye büyük katılımlar nedeni ile olaylar çıkmaya başlayınca ATATÜRK’ün taahhüdüne rağmen İçişleri Bakanı Şükrü KAYA valilere baskı yaparak Belediye seçimlerine müdahale etmesi üzerine oluşan büyük muhalefet, hükümeti ve ATATÜRK’ü endişelendirir. Kuruluşundan kısa süre sonra ismine “Cumhuriyet” kelimesini ekleyen Serbest Cumhuriyet Fıkrası, Ali Fethi Bey’in 17 Kasım 1930 tarihli başvurusu üzerine faaliyetlerine son verir.
Cumhuriyet Döneminin ilk iki partisi üzerine çok sayıda kitap ve inceleme yayınlanmış, buna karşın toplumun büyük bir bölümü bu partilerin niçin kuruldukları ve niçin kapatıldıkları konusunda yeteri kadar bilgi sahibi olamamıştır.
Celal BAYAR, 1973 yılında Serbest Fıkra anılarında, bazı bölümlerde bu konuya yer verir, ama bazı bölümlerde yer vermez.
Günümüzde Celal BAYAR arşivinde her iki kontrat ilginç detaylar içermekte olup, BAYAR’ın torunu Prof.Dr. Emine GÜRSOY NASKALI her iki anı ile Celal BAYAR’ın bu konudaki hatıratını bir kitap haline getirir. Günümüz ve gelecek için siyasetçilerin ders alınması gereken günümüz ve gelecek için siyasetçilerin bu kitabı okumalarında yarar vardır.
Ülkemizde maalesef ihtilal sonrası partilerin kapatılması, yeni partilerin açılması Milletvekillerinin adaylıklarının tespiti, siyasi partiler yasasında hükümler var ise de, birilerinin talimatları ile yapılmaktadır.
Milletvekillerini halk yerine Genel Başkanların seçmesi sonucunda Meclis sadece işlevini yitirmekle kalmaz, Türkiye’yi tek bir kişi yönetmiş olur.
Koalisyon hükümetlerinde ise ortaklığa katılan parti sayısı ile orantılı olarak çoğalır.
Sonuç olarak;
Ülkeyi seçilmişlerden oluşan bir meclis değil, liderlerin seçtiği ve kendi sözünden çıkmayan milletvekilleri yönetir.
Tabi demokrasinin uyanabilmesi için, toplumun belli bir üretim, eğitim ve refah düzeyine ulaşması gerekir.
Türkiye’deki demokrasi, ihtilâl Anayasası ve seçim sistemi nedeni ile yukarıdan aşağıya doğru kurulduğundan, hem toplum, hem de bireyler, Demokrasiye hazır olmadıkları için gerek kuruluş (tek parti) , gerek işleyiş (çok parti), dönemlerinde pek çok sorunlar ile karşılaşmışlardır.
Ülkede sivil Anayasa ve Seçim Sistemi yapılmadığı sürece bu sorunlar sürecektir.
SİYASİ GÜZEL SÖZ
Siyasi bir topluluğun üyeleri, pasif konumda olduğu zaman, bu topluluğa “Devlet” aktif olduğunda “Egemenlik” türünün diğer örnekleri ile karşılaştıklarında ise “Güç” derler. Kitlesel olarak “Toplum” adı altında egemenlik yönetimdeki paylarından bahsederken “Vatandaş” olarak görürler. Devlet yasalarının üstünlüğünden söz ederken de bu yasaların “Öznesi”dirler.
Sağlıcakla kalın.