Sorgulamadan yazmak
Seyit Rıza’yı dört yaşında Arapgr hükümet konağında gördüğünü anlatan Abdullah Işıklar’a efendim, o Erzincan’da yakalanmış, Elazığ’a getirilmiş, siz Arapgir’de onu nasıl görmüş olabilirsiniz diye sordum.
Abdullah bey, Arapgir’in Erzincan ile Elazığ arasında olduğunu belirterek, demek oluyor ki mola verdiklerinde görmüş olmalıyım dedi.
Xxxx
Arapgir Abdullah Işıklar’ın ana ocağı-baba ocağı. Orada sohbet odalarında kulak misafiri olarak eğitilmiş. Ali Haydar elifbasının nasıl Kur’an öğrenmekte kullanıldığını ne kadar faydalı olduğunu ondan dinledim. Onların mahallesinde bir Ömer baba vardır. Onun sohbetinden de çok şeyler öğrenmiş şifahi olarak.
Arapgir 577 yılında Arap hakimiyetine Hatemi Tai vasıtasıyla geçmiş. Bizans ile çok sıkı münasebeti olan bir yerleşim merkezidir. Çok da Ermeni Hıristiyan vardır. 1070’den sonra Selçukluların bir şehridir. Selçuklular Kösedağ’da Moğollar’a yenilince Arapgir yine el değiştirir ve Moğollar’da kalır. Beylikler döneminde de Karakoyunlu beyliğine kalır. 1518’de Diyarbakır’ın 12 sancağından biridir. 1928’den beri Malatya ilinin bir ilçesidir.
Xxxx
Işıklar Arapgir’de ortaokul olduğu günlerde çevredeki büyük merkezlerde bile olmadığına dikkat çekiyor. Ancak her yıl okullar açılmaya yakın kamyonlara yükünü atan Malatya’ya göçerdi. Bir gün çok sevdiği bir arkadaşının ortaokulu bitirip liseye başlayacağını düşünerek,
-Baba onlar artık Malatya’ya taşınırlar, değil mi dedim üzgünce.
Babam hüzünlü bir tebessümle evet oğlum dedi.
O sıralarda babam emekli olmuş ve Arapgir’e taşınmıştık.
İlkokul dördüncü sınıfı Arapgir’de okudum. Okulda bir gün 10 Kasım merasimi yapılıyordu. Okulun avlusunda hepimiz put gibi duruyorduk. Yanımda da Ermeni Mışık var. Aynı sınıftayız. Kabasına bir iğne batırdım. Canı yanarak bağırdı. Merasim o curcunada bitti. Ben çok yaramaz, afacan bir çocuktum. Bir defasında annem kafamda 11 kırık izi saymıştı, diyor ve o günleri anıyordu.
Xxxx
Abdullah Işıklar’ın çocukluğunda zihninde yer tutmuş bir Tekaüd efendi var. Onu şöyle anlatıyor.
Bir Tekaüd Efendi vardı Arapgir’de. Herkes ona hürmet ederdi. Fakir bir adamdı ama, haysiyetliydi. Ağırbaşlı vakur bir adamdı. Arapgir’de tefecilik çok yaygındı. Halk onları sevmezdi ama, her biri borçlu olduğundan, tarla alırken, tarlaya tohum, gübre alırken tefecinin eline düşüyorlardı. Hasat zamanı aldıkları paraları misliyle ödemek zorundaydılar. Bu yüzden tefeciler çok zengindi ve cömerttiler de. İnsanlara ikramlarda da bulunuyorlardı. Ama yine de halk onları değil Tekaüd Efendiyi seviyorlardı.
Tekaüd Efendiyi herkes evine davet eder ona ikramlarda bulunurlardı. Ben d eonu nerede görsem koşup elini tutardım. O da beni sever ve dualar okurdu.
Bir gün Tekaüd Efendi bize gelmişti.Misafirimizdi. Beni kucağına aldı. Sevdi. Dualar etti ve anneme dönerek,
-Bu çocuğa dikkat edin. Allah bilir elbette ama bana, bu çocuk ilerde dinimize büyük hizmetler edecek gibi geliyor. Böyle hissediyorum dedi.
Annem de inşallah efendi, inşallah dedi.
Xxxx
Ağabeyim de liseye gideceği için biz de Malatya’ya taşındık.
Bu taşınma konusu yıllar sonra çok iyi arkadaş olduğu Sezai Karakoç’la da konu olacaktı. Sezai bey Mülkiye müfettişi olarak geçici görev yaptığı Malatya’da her hafta sonu kamyonların dolu gelip, ev eşyası boşaltmasını hayretle izleyecek ve yıllar sonra sebebini öğrenecekti. Her yerde lise yoktu. Çocuğu liseye gidecek aileler çaresiz taşınmak zorunda kalıyorlardı.
Taşınmak ah o ne yaman bir çiledir. Ayrılmak için bir hafta, yeni yere yerleşmek için bir ay kadınları meşgul eder. Kırılan dökülen de cabası. Hatırası olan bir yığın eşyayı kırılmış olarak gören kadınların hasret gözyaşları o kamyonların yüküne dahil edilmeli.