SÜRECİ DOĞRU OKUMAK (2)
Onbinlerce kilometre öteden gelip Suriye’ye çöreklenen Amerika’nın, Rusya’nın, İran’ın “Suriye’de ne işi var” diye soramadan “bizim orda ne işimiz var?” diye soranların yukardaki satırları objektif bir zihin ve temiz bir akılla, içine hicret ederek yeniden okumasını rica ediyorum. Çünkü; içinde yaşadığınız çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız. Tanıyamadığınız bir çağı hem değiştiremezsiniz, hem de değiştirme iddiasında bulunamazsınız.
Farkında değiliz ama “taraftarlık” zihniyeti içinde buluşmamız gereken ortak müştereklerimiz etrafında kenetlenmemiz gerekirken ekseriyetle kudreti aradığımız; dillerimizde “adalet, hakikat, merhamet” gibi ulvi söylemler olsa dahi güce ve güçlüye olan meylimiz; bazen güçlü olduğu için sevdiklerimiz, bazen de sevdiklerimizi ısrarla her konuda güçlü ve yenilmez görmek istememiz nedeniyle, şehitlerinin başlarını vererek kaldırdıkları bu mümbit coğrafyanın izzetini ve şerefini yok etmeye çalışan, küçücük hırslarının ardında yitip giden kayıp zamanların insanlarının değirmenine su taşıyoruz.
Mücadeleden elini eteğini çekip kendini kurtarma telaşına düşmüş, aidiyet ve sorumluluklarını unutmuş, her şeyi Allah’a havale etmekle vicdanını avutan, bir kötülük gördüğünde devreye girmesi gereken aklını, vicdanını örten bir toplumda neyi kim, nasıl düzeltecek?
Bu yangın yerinde “inançlarımızın közüne davranışlarımızla üflemediğimiz” için kötülüğe ‘hizmet’in onursuz köprüsünü kuruyoruz. Ne istediğini bilmeden ardına durulan safların, kimin yanında olduğunu bilmeden yürünen yolların ve en önemlisi de “ayrışmayın, birleşin” ilahi hükmüne rağmen parçalanmanın bedeli olarak da Rabbin şefkat tokatlarıyla zangır zangır titriyoruz.
Bugün görmek istemesek de Türkiye son kale ve dünya üzerindeki mazlumların da aynı zamanda son umudu. Artık görülmeli ve anlaşılmalıdır ki; küresel sistemin terörle, terörizmle savaşmak gibi bir derdi yok. Küresel sistemin tek sorunu var:
“Her şeye rağmen küresel sisteme boyun eğmemekte direnen müslüman toplumları cezalandırmak; daha önemlisi de, müslüman toplumlara direniş ve diriliş ruhu veren İslâm’ı sözüm ona dize getirmek, fosilleştirmek, dönüştürerek ruhunu çalmak, böylelikle protestanlaştırılmış, hayattan uzaklaştırılmış, direniş ve diriliş ruhu yok edilmiş sahte bir din icat etmek!”
Önce bütün dünyayı fiilen sömürgeleştirdiler; dünyanın bütün coğrafyalarını işgal ettiler, bütün medeniyetlerine, dinlerine saldırdılar. Şimdi de bütün dünyayı medyalar vasıtasıyla zihnen sömürgeleştiriyor ve köleleştiriyorlar. Hedefte İslâm’ın dize getirilmesi var. O yüzden bütün savaşlarını İslâm dünyası üzerinde sürdürüyorlar. ABD'li general Wesley Clark’ın: "DAEŞ’i biz kurduk" demecini anımsayın, ne demek istediğimi daha net anlarsınız.
Başardılar mı? Yazık ki evet!
Bu sancılı süreçte itiraz dini olan İslam itaat dinine dönüştürüldü. Başkaldırı ile doğan İslam kadercilik bağıyla pespaye bir boyun eğişin ideolojisi yapıldı. Zulme ve zalime kıyam unutuldu. Her çeşit hak arayışı fitne etiketiyle damgalandı. Ölümler, sürgünler, cinayetler “ilahi takdir” adı altında aklanıldı. Aklı önceleyen bir din nakil dinine dönüştürüldü. Yoksulu önceleyen din anlayışı zengini öne alır hale geldi. Kadını önceleyen din erkeğin lehine yorumlanarak erkek egemen bir hale getirildi.Tarihsel serencamı okuyan ve bilenler ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaktır. Bu yüzden Türkiye’ye yönelik saldırılar tesadüfi değil.
Peki ne yapmalıyız?
Muhtaç olduğumuz hakikate ulaşmanın, bu sürece dur demenin yolu; toplum, coğrafya, inanç ve kültür karşısında özne olduğumuzun farkına varıp yeniden sorumluluk almaktan; birlik, kardeşlik ve bütünleşme ortamını korumak ve pekiştirmekten; farklılıkları kaşımamak, asgarî müştereklerimiz üzerinde yoğunlaşmaktan geçiyor.
Madem ki kurtuluşu geleceğin belirsizliğine ısmarlamak istemiyoruz; ne yapıp edip, bu ülkeyi herkes ve her kesim için güven adası yapmak boynumuzun borcu. Ülke içinde birlik, kardeşlik ve bütünleşme ortamını korumak ve pekiştirmek, farklılıkları kaşımamak, asgarî müştereklerimiz üzerinde yoğunlaşmak zorundayız.
Ceberrut değil güleryüzlü, ötekileştirmeden birleştiren ve kucaklayan, servet ve zenginliği değil emek ve çabayı önceleyen, egemenlerin dudaklarına değil ezilenlerin gözlerine bakılarak adaletin tesis edildiği, baskıcı değil özgürlükçü, cehennem korkusu üzerine değil cennet müjdesi üzerine bina edilen, inandıklarını akıl süzgecinden geçiren, adını ibadet koyduğu ritüellerle değil ahlaki ilkeleriyle tanınan ve tanıtılan, dini bir yaşam biçimi olarak görüp vicdanlara emanet eden, adalet ve barışı herşeyin üstünde tutan gerçek islam anlayışını tesis etmek zorundayız.
Azına çoğuna bakmadan, ileri geri konuşana aldırmadan, iltifat edenin övgüsü ile kınayanın kınaması arasında nefsimizi tahrike yahut kalbimizi tahribe yol açacak bir fark görmeden, hesabî değil hasbî bir gönülle “çığırından çıkmış zamanları düzeltmek boynumuz borcudur” diyerek bir bir toprağa düşen mübarek başların, hakkı ve adaleti diriltmek için yaşayan yiğitlerin ölüme koştuğu; büyük hakikatler uğruna serden geçenlerin, yürek yükü iman olan şehitlerin vuruştuğu; duruşuyla asil, mücadelesiyle onurlu; vatan ve namus uğruna ölümü izzet, zalimlerle yaşamayı zillet sayanların yurdunda yaşadığımızı unutmadan; biraz nefes alarak, bir parça tebessümle kaynaşarak, bir tutam umutla yeniden doğarak, bir lahza sakinleşip birbirimizi anlayarak ve en önemlisi “biz” olduğumuzun farkına vararak yeniden bir dirilişe ihtiyacımız var.
Yani zaman, yeniden yola çıkma; güneşin altındaki yerimizi alma; yeniden kendi küllerimizden doğma; yeniden insan adına, hayat adına, adalet ve özgürlük adına; ahlak ve onur adına; bilim ve sanat adına konuşmak, tartışmak, inisiyatif alma zamanı. Artık zaman, aldığımız her nefesi; toprağın yeniden uyanması, gün ışığının bulutları yarması, yağmurun ansızın boşalması gibi; ne düşüneceğinden çok nasıl düşünüleceği üzerine; peşin kabullenmelerden çok eleştirel düşünme üzerine; ezberlemekten çok keşfetme üzerine, modellerden çok değerler üzerine, tanımlamaktan çok tanıma üzerine, cevap vermekten çok soru sorma üzerine; tüketmekten çok üretme üzerine, benden çok biz üzerine; geçmişten çok gelecek üzerine, nasıldan çok niçin üzerine bina etme zamanı.
Unutulmamalıdır ki; sözün güzelini seçebilmek için öncelikle sözün tamamını fikretmek gerekir. Aksi halde akıl, güzel olanı seçmek yerine nefsin arzusuna kapılarak kolay olanı, hoşa gideni ya da rıza makamından koparak ya nefsine ya da başkalarına şirin görünebilmek için zor da olsa gösterişli bulduğunu tercih edebilir. Ama korkulması gereken asıl nokta hata yapmak değil, hatada ısrar etmektir.
Bu düşünce sarmalı içinde İdlib'te şehadet şerbetini yudumlayan nasipdarlarımıza Rabbim'den rahmet; yaralılarımıza acil şifalar diliyor; kederli ailelerimize ve milletimize sabr-ı cemil niyaz ediyorum.
(Bitti)