TAİFE-İ ZENDEKA MI, TAİFE-İ ABDALAN MI?

İki haftadır tasavvuf ve tarikatlardan ilerledik, bu hafta da yine bir başka sufî mistik
çevre olan Kalenderî’lerden bahsedelim.
X. yüzyılda Orta Asya ve İran’da doğan Kalenderîlik akımı, ortaya çıktığı yıllarda
henüz örgütlü bir topluluk oluşturamamış sufî dervişlerden oluşan heterodoks bir tarikat idi.
XII. Yüzyıl sonlarına doğru Cemaleddin-i Sâvi önderliğinde teşkilatlanıp, geniş taraftar
topluluğuna kavuşan bu akım, Moğol istilası sebebiyle gelişip yayıldığı Orta Asya
taraflarından göç eden dervişleriyle Anadolu’ya ulaşmıştı. Göç sonucu da, özü itibariyle Hind
mistisizmden etkilenmiş Hurufi ve Melami unsurları içinde barındıran Kalenderiler, fikirlerini
Anadolu’ya yayarak diğer tasavvufi akımların (Bektaşilik gibi) doğumuna da katkı
sağlamışlardı.
Anadolu’ya doğru devamlı hale gelen bu heterodoks göçlerden Sunni ulema epey
rahatsız olmuştu çünkü bunlar devlet siyasetiyle çoğu zaman ters düşen, dünyayı
umursamayan, dünya malına, mevkiine ihtiyaç duymaktan olabildiğince kaçan bu yüzden de
var olan düzeni protesto eden bir tasavvufi zihniyete sahip kimselerdi. Devlet siyaseti ise
toplum düzenini bozmamaları ve onları devletin yararına kullanabilmek adına Kalenderiler
gibi heterodoks akımlarla ters düşmemeye özen göstermişti. Ancak 15. Yüzyılın ikinci
yarısında II. Bayazıd zamanında, Şii-Safevi propaganda yaptıkları gerekçesiyle sıkı bir
takibata maruz kalan bu çevreler, devletle aralarına bir daha kapatılamayacak bir mesafe
koymuşlardı.
Dış görünüşleri bir garip idi. Saç, sakal ve kaşlarını kazıtırlar, yünden yapılmış postlar
giyer ve çoğunlukla dilenerek hayatlarını idame ettirirlerdi. Bu ilginç görünümlerine rağmen
insanlar tarafından saygı görürler ve pek çok müridi etraflarında toplarlardı. Hatta öyle ki
Osmanlı İmparatorluğu’nda sayıları hiç de azımsanmayacak bir taraftar kitlesine sahip
isyanların arkasında işte bu Kalenderi dervişler vardı. Mesela Osmanlı’nın kuruluş yıllarında
etkili dört tayfadan biri olan ve Aşıkpaşazade’den öğrendiğimiz kadarıyla daha sonra bir
kısmı Babai ayaklanmasını yöneten Rum Abdalları işte bu Kalenderi dervişlerden başkası
değildir. Yine II. Bayazıd dönemindeki Şahkulu isyanı ve dahi Kanuni Sultan Süleyman
dönemindeki Şah Kalender isyanı, Kalenderî taifenin başını çektiği büyük isyanlardandır.
Fuat Köprülü’ye göre bu kesim “yüksek felsefi mülahazalara kabiliyeti olmayan cahil
(…) ve korkunç bir nihilizme tabii..” idiler. Ancak tabi ki tüm kalenderiler için aynı yorumu
dile getirmek zor. Mesela kendisi Kalenderî meşrepli olan Şems-i Tebrizî yüksek tasavvuf
ilmine sahip idi. Yine kendisi önemli bir Rum Abdalı olan Fatih Sultan Mehmet ile yakın
ilişki kurmuş Otman Baba da kalenderi meşrepli bir Bektaşi şeyhi idi.
Kendilerini devletin resmi İslam ideolojisi dışında gören Kalenderîler, devletin resmi
tarihçileri olan vakanüvisler tarafından taife-i zendeka yani zındıklar tayfası olarak anılmış ve
vekâyinâmelerde kendileri hakkında çok da olumlu düşünceler yazılmamıştır. Kalenderîler ve
Kalenderî Melâmetîliği’nden etkilenen başka sufi çevreler ise kendilerine taife-i abdalan
diyerek tasavvufi yanlarını vurgulamış ve devletin kabul ettiğinden farklı bir inanç ritüeli
benimsemişlerdi. Mesela ibadet yapmamayı tercih etmişler ibaha inancı diye
nitelendirdiğimiz, Sunni ekolün yasakladığı birtakım davranışları yasak görmemişlerdi. İster
Zındık densin ister Abdal, her ne olursa olsun, Kalenderîlik İslam medeniyetinde tasavvufun
çok önemli bir boyutudur. Kültürel temelleri, tarihin her aşamasında başka birtakım
inançlarda kendine yer bulmuş ve bulmaya da devam etmektedir.

<