TARİH YENİDEN YAZILIYOR – 10-
SÜVEYŞ KANALI PROJESİNİ İLK DÜŞÜNEN
III. MUSTAFA OLMUŞTU..
Astronomi bilgileriyle mucize tespitlere ulaşan
Osmanlı Sultanı’nın girişimleri isyanlarla önleniyordu..
Selami Turgut GENÇ
Sultan Üçüncü Mustafa, 40 yaşında tahta çıkmıştı. Devleti yeniden yapılandırmak için kolları sıvadı. Astronomi bilgisi genişti. İyi bir eğitim görmüştü. Üzerinde kafa yoracağı konuları ayrıntılarıyla düşünmeden, hemen karar vermezdi. Tahlil yeteneği güçlüydü. Sorunlarla karşılaştığında ani tahriklere kapılmazdı. Sonunda pişman olacağı konulara karşı hassas ve temkinliydi.
Orta boylu, iri gözlü, yassı burunlu, siyah sakallı duruşunda kararlılık hakimdi. Bu görünüşünün altında hiddetli mizacını belli etmeyecek kadar gizli bir kurnazlığı barındırırdı.
Şiir yazmaya düşkündü. Duygu yönü çok yüklüydü. Fakat, tenkin edeceği şeyleri hiciv ile yoğurarak satırlara dökerdi.
Devletin tepesinde egemenlik süren Yeniçeri Ağası, Silahtar Ağası, Harem Ağaları, Kızlar Ağası, Bostancılar Ağası, Kapıkulu devşirmeler Ağası gibi rütbelendirilmiş gruplar, yeri geldiğinde sinsince birleşerek Saraya baş kaldırırlardı. Bütün Osmanlı hanedanlıklarında boy veren bu çürük yapı bir türlü ıslahattan geçirilememişti. Kafaları estikçe, çıkarları sarıldıkça, sarayın içine kadar korku salan bu cüretkâr grupların kanlı eylemleri tarihte meşhurdur. Bunların direnişleri sırasında ya vezirlerin, ya da devlet adamlarının sonları feci ölümlerle biterdi.
Sultan Mustafa, şair kişiliğiyle, giderek berbatlaşan düzeni, hicivdeki ince zekasıyla şöyle eleştirirdi:
“Yıkılıpdur bu cihan sanma ki bizde düzele,
Devleti carh-ı denî verdi kâmu müptezele,
Şimdi ehvâb-ı saadette gezen hep hezele,
İşimiz kaldı hemân merhamet-i lem yezel-e!..
Bu şiirde çok anlamlı ifadeler gizliydi. Yabancı ülkelerin gidişatı rezalet boyunda görülüyor, Osmanlı’nın bünyesinde fitne, fesata bulaşmış insanlar, devletin çarklarını bozuyordu. Ülke, merhamet duygularıyla yönetilmez deniliyordu.
Devletin işleyen çarklarına musallat başıbozuk takımının içinde yuvalanan grupların bir kısmı, Padişahın gökyüzü bilgisiyle uğraşmalarından çekingenlik duyuyorlardı.
Sultan Mustafa’nın kayıptan haber alma yeteneklerine sahip olduğunu sananlar, korkularıyla başbaşa kalırlardı. Bunlar daha çok gizli, kuytu yerlerde sinsi faaliyetler göstererek halkı asılsız sözlere inandırmaya çalışırlardı.
Sultan Mustafa’nın yenilikçi çabalarının önünü kesmek için hep şu dedikoduları yayarlardı:
“Din elden gidiyor.. Bre Müslümanlar, neye karşı koymazsunuz.. Cümle-i kâfire çevirecekler..”
Bütün bu zararlı faaliyetler devletin başını ağrıtıyordu. Hainlerin yer altı çalışmaları devamlı takip halindeydi. Padişah, özel olarak kurdurduğu “Devlet-i Aliyeyi İstihbaratçıları’na güveniyordu. İstenilen sonuçları da alıyordu.
Ne kadar rüşvetçi, çıkarcı, vurguncu tüccar varsa, aşırı kazançlarına el konuldu. Hazineye büyük gelirler toplandı. Piyasaları sömürenlere göz yumarak bunlardan aşırı servet sağlayan Sadrazam Bahir Mustafa Paşa, günün birinde tecrit edilerek kafası vuruldu.
Rüşvetçileri bozguna uğratan Sultan Mustafa’nın artık kararı açık ve kesindi.
“Anadolu Türklerinden Osmanlı Muhafız ordusu” kuracaktı.
Osmanlı’lar, büyük imparatorluk alanları içinde etnik gruplarla yapılaşmış güçlü bir devletti. Etnik kimlikleri ne olursa olsun herkes eşit adaletten yararlanırdı. Devlet, “Hazreti Ömür adaletinin” güvenliğini ve saygısını, toplumun bütün katmanlarına aşılamıştı.
Bu inanç köklü ve sağlamdı.
Ancak ne var ki, dış güçlerin kışkırtmasıyla Anadolu Beyliklerinin himayesinde korunan din madrabazları, yalancı şeyhleri sinsi emeller peşindeydi. Din adına uydurma fetvalar üreterek, Orta Anadolu topraklarında hükümran emeller peşinde koşuyorlardı. Onlara göre saray sefahata düşmüş, hazine tamtakır hale getirilmiş, devlet bozulmuştu. Saltanat kâfirin rüşvetiyle ayakta duruyordu.
İmparatorluk toprakları dışında Polonya sorununa çözüm bulunamamıştı. Rusya, aktif rol oynayarak savaş tehditleriyle huzursuzluk çıkarıyordu. Buna paralel olarak Fransa ve İngiliz İmparatorluğu, Anadolu’daki Fırat Nehri boylarındaki yeraltı madenlerinin peşindeydi. Anadolu işbirlikçileriyle karanlık plânlarını adım adım uygulamaya çalışıyorlardı.
Fakat aldandıkları bir taraf vardı. Sultan Mustafa’nın “Devlet-i Aliyeyi İstihbaratçıları” onların nefes aldıkları alanlarda, şeytanın bile izini sürüyorlardı.
Sultan Üçüncü Mustafa, yeni bir proje daha geliştirmişti.
Mısır’da Süveyş kanalını açtıracaktı.
SULTAN III. MUSTAFA, UZAY BİLİMLERİNİN DÜNYADAKİ İLK TÜRK SEMBOLÜYDÜ.. (DEVAMI PERŞEMBE)