SELAMİ TURGUT GENÇ

SELAMİ TURGUT GENÇ

TARİH YENİDEN YAZILIYOR – 16 -

3’NCÜ MUSTAFA’NIN ASTRONOMİ ANALİZLERİ,
DÜNYAYI YENİ BULUŞLARLA TANIŞTIRDI..
Selami Turgut GENÇ
Orta Avrupa’dan, bütün Akdeniz’e, Kırıma, kuzey Afrika’ya ve Ortadoğu’ya hakim olan devlet, şar şebekelerinin yoğun baskısı altındaydı. Ruslar yeni menzilli toplar geliştirmişlerdi. Avrupa, silah teknolojisinde yeniliklere açılmıştı. Rönesans dönemi yaşanıyordu.
Doğu ülkeleri ise ticaret alanında Batı’dan üstündü. Emeviler zamanından beri ipek kumaşlar, desenli tekstil ürünleri, mimari projeler, Batı’nın büyük rüyasıydı.
Sultan 3’ncü Mustafa, Batı’daki bu büyük rüyanın farkındaydı. Manevi alanda, titrek bir mum gibi görüntü veren bu ülkelerin ruhsal dengesizliklerini hesaplayabiliyordu. Anadolu altın ve gümüş ticaretinin eksenindeydi.
Maneviyat yönü zengin olan Sultan 3’ncü Mustafa, İslam düşünürlerinden daha çok “Mısrî Niyazi’nin beyitlerinden ilham alırdı.
Astronomi üzerindeki bilgilerini bu beyitlerle tazelerdi. Mısrî Niyazi bir beytinde, “can gözleri açık tutula” diyerek madenlerin çeşidi konusunda geleceğe ait şöyle bir akıl zenginliği ileriye sürüyordu:
“Derviş olan âşık gerek yolunda hem sâdık gerek,
Bağrı anın yanık gerek can gözleri açık gerek.
Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye,
Aşk âteşinde eriye altın gibi sızmak gerek.”
Şiirde madenlerin çeşiti, yedidir, denmek isteniyor. Yani altın, gümüş, bakır, demir, kurşun, kalay ve civadır. Bunların aslı altındır. Altın binlerce yıl sonra değişikliğe uğrayarak bu yedi madene dönüşür.
Hadis’in yol gösterici metinlerde değindiği bu sır, günümüzün teknolojisinde gerçekleşerek karşımıza çıkıyor. Maddelerin yapısındaki atomlar parçalanarak elektron sayısı değiştiğinde bu sonuçlara varılabiliniyor.
Osmanlı’ların ilim ve bilimde fark ettikleri bu gelişmişlik düzeyleri, dünyayı yeni buluşlarla tanıştırmıştır.
Kimya ilminde, 3’ncü Mustafa dönemi, daha parlak bir sayfayla anılır. İslami buyruklarla kimyasal değişikliklerin maddesel değerleri aklın önüne çıkarılmıştır. Üstelik bununda insani bir değerine atıfta bulunulmuştur: “Eyün kişi yol alamaz maksudunu tiz bulamaz.
Yoğ olmayan vâr olamaz vârını dağıtmak gerek..”
Bu beyitte, kibirli ve kendisini beğenmiş kimse, istediğini çabuk bulunamaz. Akıl insana nam, şöhret kazandırır. Gönül, herşeye imrenir, akar.. Ancak dönüşü olmaz.. Pişmanlığın geri döneceği bir yol yoktur. Gerçek görünmeli ve bilinmelidir ki, toprağın altı herkes için eşitliktir.
Osmanlı Padişahları, bu ayırımı iyi bildiklerinden mağrur olmayı içlerine sindirmişlerdir. Halk arasında kendilerini şu anlamda alkışlatarak gururlarını şuularında yenmesini bilmişlerdir.
“Gururlanma Padişahın senden büyük Allah vardır.”
İşte bu düşünce birliği tüm Osmanlı Sultanlarını “Kibir” duygusundan uzaklaştırmıştır. Düşman karşısında da bu yüksek meziyetleriyle tanınmışlardır. Padişahların, tebdil-i kıyafetle halkın mekanlarında dolaşmaları bundandır.
İstihbarat planlamalarını zekice kullanan 3’ncü Mustafa , çarşı, Pazar ve bedestenleri gizli kontrol altında tutardı. Yaşamın hareketli yerlerinde biri de kahvehanelerdi. Bakkal, tamirci, kasap, marangoz, hamam, şerbetçi, bozacı, helvacı ve berber dükkanları dedikodulara müsait yerlerdi.
Sultan 3’ncü Mustafa, dervişleri, irfanlı kişileri, saz ve söz şairlerini, kahvehanelerde devamlı oturtarak halkın doğru şekilde bilgilendirmelerini sağlardı. Çünkü, dedikodunun, insan çekiştirmenin dozu tam tayin edilemezse, fitne fesat yayılmasının önü alınmazdı. İstihbaratın en önemli ilk kademesi buradan başlamalı, nifak ekici bir kıvılcım, mahallinde söndürülmeliydi.
Gizli işler, aleni işler, daima sakin alanlarda dal-budak salardı.
Sultan’ın, istihbarat güçlerinin başındaki örgüt liderine, Sadrazam’ın kanalıyla ilettiği öğütler bu fikre dayanırdı.
Sultan 3’ncü Mustafa, tarihte ilk defa “Evrensel Kültür Kampanyasını kahvehanelerde başlatmıştı. İlahi evrim düzeyine varmak için bunun gerekliliğine inanmıştı. Halka kolektifi bilinç ve idrak olgusunu, gökyüzü bilimine hazırlamak istiyordu. Alimler Meclisine Mevlâna’dan örnekler verirdi. Şöyle ki; 
“İnsan bir hamur teknesi boyundadır. Fakat, gökten de üstündür, esirden de.. En güzel biçim olan insan biçimi, arş’tan da yücedir, üstündür, düşünceye sağmaz.. Bu paha biçilmez şeyin değerini anlatsam, ben de yanarım, duyan da...”
Mevlana, insan kavramını göklerden üstün gösteriyordu. Bu formülasyonun dayanağı neydi? Sultan Mustafa’nın aklı buna takılmıştı…
Gelecek yazı: “İnsanla uzay arasındaki sırların boyutları aynı mıydı?”
 (Devamı Perşembe ) 


 

<