SELAMİ TURGUT GENÇ

SELAMİ TURGUT GENÇ

TARİH YENİDEN YAZILIYOR – 18 -

(Devlet-i Âliye-e İstihbaratçılar) Şeytanın dahi

Aklına getirmeyeceği planlamalarla devlete güç katıyordu..

DEVLETE BAŞ KALDIRANLAR, (MEHDİ) KILIĞINA GİRİYORDU

Selami Turgut GENÇ

 

Şehr-i İstanbul, dünyada güzellikler adına gelmiş, geçmiş ne varsa hepsini bağrında toplayan bir evliyalar merkezidir. Boğaziçi, cennetin iki kolundan biridir. Güneş doğduğunda şarkıların güftesi yazılır, mehtap yüzünü gösterdiğinde güfteler besteleşir. Martıların kanatları, denizle ufuk hattında, kuyumcu tezgahında işlenmiş mücevher desenlerini andırır.

Birer mimarlık harikası sayılan ahşap evler, cumbalarıyla, denizin büyüsünden yayılan tütsülü havasıyla kristalleşen tülleriyle, duvaklanmış muhteşem bir şehir..

Hem şehir muhteşemdir, hem de imparatorluğun yönetim merkezi olan Payitaht-ı.. Cihan İmparatorluğunun Payitaht-ı şahane idi.

Karanlık Kanyon’un yerini bilen Şefik ismindeki taşralı gencin katıldığı katırcı kervanı, ancak Eylül ayında İstanbul’a ulaşabilmişti. Kervan, Eminönü’nün bostanlık mahallindeki eski bir hanın avlusunda toplanmıştı. Kafiledeki yolculardan bazıları, dörder, beşer kişilik odalarda yorgunluktan uykuya çekilmişlerdi.

Mert, yiğit, iri yapılı bir görünüşe sahip bulunan Şefik ismindeki delikanlı, Padişah’ın biran evvel görmek istediği için heyecanını bastıramıyordu. Sabırsızlıkla dolu bir his onu Eminönü’ndeki deniz kenarına çekti. Akşamın gölgeleri çekilirken batan güneşin kızıllığa bulaşan renkleri, Topkapı sarayının kubbelerinde fener gibi ışıldıyordu.

Şefik, Sarayburnu’na doğru uzanan denizin görebildiği kısımlarını uykuda zannetmişti. Biran aklından, acaba “üzerinde yürüyerek geçilebilir mi” diye bir düşünce dolaştı. Gelen, geçenler, atlı arabalar, at üstünde gidenler, sırtlarında küfeler yüklü boz eşekler, dağınık istikamette yürüyorlardı.

Akşamın son faslının canlı görüntüleri bunlardı.

Genç adam, tekrar hana dönme ihtiyacını duydu:

“Sabah ola, hayrola..” diye mırıldandı. Omuzlarını daha da dikleştirerek emin adımlarla geceyi geçireceği zamanı hesapladı. Erkenden sabaha kavuşmayı çok arzu ediyordu. Sırrını paylaşacağı anı düşündükçe bunun kendisine uğur getirmesini diliyordu. Hanın avlusunda tenha bir köşeye ilişirken yüreğine  birden sızı gibi düşen memleket hasretinin hafif kederini de yaşıyordu..

Büyük deprem geçiren İstanbul, Sultan 3’ncü Mustafa’nın titiz gayretleriyle eskisinden daha mükemmel imar edilmişti. Savaş yerine, halkın refahına çalışılacaktı.

Padişah, fütuhat devrinin kapanmasına inanmıştı. Sadrazam Koca Ragıp Paşa, Yeniçerilerle uyumlu bir vezirdi. O zaman asayiş berkemal dönemi yaşanıyordu. Islahat için müsait bir ortam mevcuttu. Ancak, Sadrazam Ragıp Paşa, deneyimli bir devlet adamı diye tanınırdı ama, her şeyi itidalle çözmeyi tercih ettiği için cesur hizmetlere açılamazdı. Dürüstlüğü tartışılamayacak bir Sadrazamdı. Görevinden ayrıldıktan sonra yerine Muhsinizade Mehmet Paşa getirildi. Görevi uzun sürmedi. Rusya ile savaşa taraftar olmayınca görevinden uzaklaştırıldı. Yerine Hamza Paşa tayin edildi. Fakat devleti yönetmeye ehil görülemedi. Sultan Mustafa’nın beklenmedik anlarda yaptığı denetlemelerde falsolu hareketleri ortaya çıkarılmıştı. Bundan sonra Sadrazamlık görevine Mehmet Emin Paşa getirildi. Serdar-i Ekrem unvanı verildi. Donanmaya, Rus ve İngiliz işbirliğiyle Akdeniz’de düzenlenen baskın olaylarının stratejik hataları Sadrazam’ların yetersizliğinden ileri geliyordu. Haşmetli devletin iç yapısında, rüşvetçiler, talancılar, vurguncular karanlık yüzlerini gizliyorlardı. Celal adlı bir Tımarlı Sipahi, şeyhliğini ilan etmeye hazırlanıyordu.

Devlet üzerinde yayılan sinsice oyunlara karşı iyi bir örgütlenme aşamasına kavuşturulan  “Devlet-i Aliyye-i İstihbaratcıları” yeraltı çalışmalarını pek ustalıkla götürüyorlardı. Padişahtan unvanlarını alan yüksek rütbeli Devlet Ricali, maşa tabir edilen aracı tüccarlarla devlet gelirlerini kurnazlıkla sömürüyorlardı.

Bu arada Doğuda ve Arabistan’ın Suriye bölümünde başlatılan türedi Celali İsyanları, Osmanlı’nın kalbine doğru adım adım ilerliyordu. Etrafa  dehşet salan isyancı çeteler, hedef şaşırtmak için kuvvetlerini tek merkezde tutmuyordu, dağınık gruplar halinde “vur-kaç” taktikleri uyguluyorlardı. Bunlara  karşı vaziyet alan “Devlet-i Aliyye-i İstihbaratcıları” şeytanın dahi aklına gelmeyecek bir planı, Padişah’a sunmaya hazırlanıyorlardı.

DİRENİŞLERDE (CİN) ZANNEDİLEN SARAY ATI’NIN KELLESİ İSTENİYORDU

 (Devamı Salı )

 

 

<