TARİH YENİDEN YAZILIYOR – 22 -
3’ncü Mustafa’nın cezalandırma usulü değişikti
DİRENİŞÇİLER, EVLERİNDE KEDİ-KÖPEK
BESLEMEYE MECBUR TUTULDU..
Selami Turgut GENÇ
İnsanları yönetmekte özel yetenekleri olan bir padişahtı. Önce, düşmanın eğilimlerini anlamak için, her kişiyi “dost haline” dönüştürme taktiği uygulardı. Muhataplarının zayıf noktalarını araştırırdı. Bir noktaya odaklandığında, değişik yönlerden de saldırılar yapılabileceğini hesaplardı.
“Düşmanı mahvetmek için, ‘Din’ bahane edilemez..” düşüncesindeydi.
Sultan 3’ncü Mustafa, insanları fiziksel ve ruhsal açıdan değerlendirmeyi ihmal etmezdi. Osmanlı’ya rakip ülkelerin savaş ve silah teknolojisinin üstünlüğü kendisine bildirildiğinde, “Bilginler Meclisi” ne şunu hatırlatırdı:
“Düşmanı mahvetmek için bin bahane düşünülmez. Tek bir korku bütün gücü mahv-ı perişan eder.”
“Pireyi gözünden tanıyacak güçlü bir istihbarat oldukça gerektiğinde deveyi de dize getirirsin..”
Topkapı’da Kubbealtı’nda Divan-ı Hümâyûn toplantıları yapılırdı.
Buraya, (padişah buyurdukça) kapıcılar Kethüdası, Teşrifatçı, Esasbaşı, Subaşı, Bostancıbaşı, ve Divan-ı Hümayûn bürokrasisine bağlı hizmet erbabı katılırdı.
Anadolu’nun şurasında burasında, ortaya çıkan Celal adlı bir eşkıyanın, cüret alanlarını genişletmesini içine sindirmeyen Padişah, bazı vezirlerden hiç haz etmezdi. Osmanlı Timarlı Sipahi Birliklerinin yetersizliklerini biliyordu. Sivas çevresinde halkı kandırarak birlikler oluşturan Celali meczubî, şeyhlik iddiasıyla ortaya çıkmıştı.
Sivas Valisinden alınan raporda, civar illerde “Şah-Veli” ismiyle faaliyet gösterdiği, kendisini “Mehdi” diye ilan etmeye hazırlandığı duyurulmuştu.
Celali’ler bölük esasına göre örgütleniyorlardı. Her bölüğün başındaki (Zorbacıbaşı)na da (Celali) Birliği adı verilirdi.
Sultan 3’ncü Mustafa, devlet düzenini sarsan ve şeytan olduğunu ilan ederek “Avalim” ismindeki atının kellesini istedikleri için, yakalayıp zindana tıktırdığı dangalaklar sürüsüne aklı takılınca, birden hatırladı.
Fırat Nehri boylarındaki altın yataklarının yerini bildiğini söyleyen delikanlı kendi ayağıyla çıka gelmişti. Çapulcular arasında kalıp zindana düşen genci, tesadüfler karşısına çıkarmıştı. Saray misafirhanesine aldırmış, istirahat ettirilmesini, bakıma alınmasını istemişti.
Günün birinde devlet işlerinden vakit bulan padişah, Şefik adındaki genci, sorgulamaya aldı. Kubbe Altında başbaşa kalınca, delikanlıya müşfik bir ifadeyle:
“He.. bi anlat bakalım neler bilûrsun..” dedi.
Şerif adındaki taşralı genç, mahcubiyet hisleri ağır bastığı için renkten renge girmişti. Sıkıla sıkıla anlattı:
“Bulunduğumuz yer yaylalık, kayalıktır. Dağlar, güneş vurunca altın gibi parlar.. Üzerine çıkacak olsak elimiz bulutlara değer.. Fırat nehri ve vadilerden geçer, akar.. Bahara eriştik mi, delice koşar, çağlar, etraf gümbür gümbür inilder.. Kayalıkların ucundan Fırat, aşağılarda, ince bir dal gibi görünür.. O taraflarda nehir birden kaybolur. Çobanlık yaptığımız günlerden birinde, Fırat niye kayboluyor diye, kayalıkları izleyerek takip ettim. Sonradan gördüğüm, şey, aklımı başımdan aldı. İki kayalık birleşmiş, çekirgelerin sıçrayacağı kadar bir mesafe kalmış.. Oralara iyice sokuldum. Nehrin taban kısmı genişti. Fakat, Devletlû Efendimiz, ne yalan söyleyeyim, güneş ışığı buraya nüfuz edemediği için karanlıktı. Bizim oranın ahalisi bu yere “Karanlık Kanyon” derler. Bildiğim bunlar..”
Padişah, hayalinde yaşattığı, şeklini tahminlerinde düşündüğü bu yerin, Hadis’te geçen tarife uymasından memnunluk duydu. Aklından geçen bazı şeyleri kendine saklayarak delikanlıyı iyice sorgudan geçirdikten sonra elini omuzuna dokundurarak, “evlat, sen benim işime yarayacaksın.” dedi ve ilk karşılaşmasında ona bir de “unvan” verdi.
Sana bundan böyle “Gençağa” diye hitap edeceğim, bilesin.”
Gençağa rütbesi alan gence, Sarayın kapıları açılmıştı. Has Oda’da yardımcı hizmete getirilmişti. Ama, önceden eğitimden geçirilmesi için Medrese ocağında yetiştirilecekti.
Birkaç ay sonra daha farklı bir kişilikle Padişah’ın huzuruna çıkarılan Gençağa Şefik el, etek öptükten sonra “Karanlık Kanyon” meselesi üzerinde tekrar görüştüler. Huzurdan ayrılacağı sırada, verdiği bilgilerin memnuniyetini üzerinde hissettiği Padişah Hazretlerine bir maruzatını açtı: “Kudretli Efendimiz. Haddim değildir, dilim varmaz söylemeye. Lakin, zindandaki beynamaz kullarınıza “Kedi-köpek” bağışlana. Bu hayvanlar insana alıştıktan sonra uzağa terkedildiğinde tekrar hanelerini bulup sahiplerine ulaşabiliyorlar. Efendimizin atına gösterdikleri bu küstahlığa bedel ödetilecekse, kedi-köpeklerdeki akıldan ders almaları, adaletinizi imrendirir diye düşündüm. Affınıza mazhar olmak üzere arz ederim.”
Not: Gazetemizde bir süredir yayınlanan 3’üncü Mustafa dizisi bu bölümüyle sona ermektedir.
Eserin bundan sonra ki, ilginç bölümleri yayınlanacak kitapta yer alacaktır.