Ertan Yıldız

Ertan Yıldız

Tarihin Gerçekliği

Tarih kelimesi dilimize Arapçadan geçmiştir. Ay’a bakarak vakit tayin etmek anlamına gelmektedir. Bir olayın meydana geldiği günü ve yılı, bir şeyin oluş zamanını ve olaylar dizisini tespit etmek için kullanılmaktadır.

İlk insanlarda tarih bilinci mevcut olmayıp genelde anlamlandıramadıkları bir zaman döngüsünde yaşamışlardır. Bazı medeniyetler zamanı hedefsiz ve dairevi olarak algılamışlardır. Onlara göre zaman başlangıç noktasından itibaren amaçsızca ilerlemekte ve sonsuz sayıda dönüp hep aynı noktaya tekrar gelmektedir. Tıpkı bir medeniyetin doğuşu, gelişmesi ve yıkılışı, sonra yeni bir medeniyetin başlaması gibi. 

Batı uygarlığına göre zaman düz bir çizgidir ve anlamlıdır. Sebep-sonuç ilişkisi içerisinde ilerleme, gelişme ve değişme vardır. Yahudi-Hristiyan geleneğine göre Tanrının yön verdiği zamanın nihai amacı kutsal metinlere uyarak insanın ebedi hayata ve mutluluğa ulaşmasıdır. Eski Yunan düşüncesine göre insan kendi geleceğini kendisi tayin eder.  Bu iki düşünce Batılıların tarih anlayışını oluşturmuştur. 

Tarihe en önemli katkı, olayları günü gününe yazan ve yıllıklar tutan rahipler tarafından yapılmıştır. Ayrıca, dini akımlar arasında çatışan fikirlere geçmişte destek bulma arayışı tarihe ilgiyi artırmıştır. Bilim ve milliyetçiliğin gelişmesi tarihi organize edilmiş bir disiplin haline getirmiştir. Artık, tarihçi geçmişe ait olguları toplayacak, bu olguların doğruluğunu tarafsızca kontrol edecek ve bunları anlamaya yardımcı olmak için kronolojik sıraya göre düzenleyecektir. Olgular yorumlanmayacaktır, olgular zaten kendi adlarına konuşacaktır. 

Ancak, tarihin vazgeçilmezi olan olgular da,  bunları inceleyen tarihçi de zamana ve şartlara bağlı değişkenlerdir.  Gerek şahsiyetimiz gerekse üzerinde yaşadığımız ülke,  kültür ve dönem  düşündüklerimizi, bilinçli veya bilinçsiz olarak yazdıklarımızı etkiler. İnsan toplumsal iklim ve siyasi atmosferin etkisi altında kalabilir. Diktatörler, askeri ve köktendinci rejimler yazana objektif aktarma şansı vermemiş olabilir. Yazan, ideolojik ve dini öğretilerin propagandacısı rolüne soyunmuş olabilir. Kişisel menfaat, grup sadakati veya milli duygular-milliyetçilik ön plana çıkmış olabilir. Bu da  geçmişe ilişkin farklı düşünceler, farklı gerçekler, farklı tarihler ortaya çıkarır. Karşımızda çelişkili görüşlerin çarpıştığı bir tarihi miras mevcut olur.

***    ***   ***

Osmanlı döneminde tarih, İslam tarihinin devamı olarak görülmüştür. Ana konular peygamber ve halifelerin hayatı, İslamın doğuşu ve yayılması ile İmparatorluğunun yükselişidir. Anlatılan olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi kurulmamış, yorum yapılmamış, olaylar eleştirilmemiş, yararlanılan kaynaklar gösterilmemiştir. Tarihi eserler hikayeci tarzda kaleme alınmıştır. Kaleme alınan eserlerin büyük bölümünde Türk tarihine ilişkin herhangi bir kayda rastlamak mümkün olmamıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile oluşturulan resmi tarih İslam ve Osmanlıyı ihmal ederek Türkler ve Anadolu üzerine odaklanmıştır. Mustafa Kemal “Her şeyden evvel kendinizin dikkatle ve itina ile seçeceğiniz vesikalara dayanınız. Bu vesikalar üzerinde yapacağınız tetkikatta her şeyden ve herkesten evvel, kendi inisiyatifinizi ve milli süzgecinizi kullanınız.” diyerek tarih çalışmalarına yön vermiş ve kendisi de yapılan devrimleri halka ve Meclise anlatmak için sık sık tarihin tanıklığına başvurmuştur. Tarih milli kimlik ve benliğin ortaya çıkarılması için kullanılmıştır.

1950’lerden itibaren İslam ve Osmanlı tarihi yeniden ön plana çıkmış, Osmanlı tarihi İslam içinde Selçuklular ile Cumhuriyet arasında bir dönem olarak yerini almıştır.

Günümüzde Cumhuriyet ve Osmanlı tarihi popüler hale gelmiş, yapmacık tezlerden uzak ve evrensel akademik standartlarla gerçek arayışları sürdürülmektedir. Artık sadece krallıklar, imparatorluklar, fetihler, savaşlar  ve barış antlaşmaları yoktur.  Sıradan insanların  kime inandıkları, nasıl barındıkları, ne yedikleri ve içtikleri, neye ağlayıp neye güldükleri, gündelik hayatta ne kullandıkları, kısaca geçmişe ait her şey vardır. 

Bugünün tarihsel açıdan yorumlanması ise gelecek nesillerin görevi olacaktır. Bugüne bugünden bakmak ile yarından bakmak arasında çok büyük farklar olması muhtemeldir. Bir zaman Hristiyanlığın merkezi sayılan İstanbul'da yaşayanlar  buranın bir zaman sonra İslamın merkezi haline geleceğinin farkında değillerdi. Yüz elli yıl önce ise İstanbul insanının, hanedan ve hilafetle birlikte payitahtlığın ve yazı dilinin de şehrin tarihine gömüleceğini öngörmesi çok düşük bir ihtimaldi. Halbuki tarih çizgisi olağanüstü olaylara ve değişimlere gebedir.

Tarih gerçekten anlaşılmak isteniyorsa olaylar arasındaki bağlantılar mutlaka kurulmalıdır. Bir olay anlamaya çalışılırken sadece ne gerçekleştiği değil,  ne maksatla, ne zaman ve nasıl gerçekleştiğini de öncesi ve sonrasıyla bilmeye  gayret gösterilmelidir. Tarihten beklenen fayda daha çok düşünme gücünü artırarak toplumdaki olayları çabuk anlamaya yardımcı olmasıdır.

***   ***   ***

Yazılı ve görsel medyada her gün geçmişimizin bilinen gerçekliğine ters düşen, tarihi gerçek olduğu iddia edilen yeni iddialar ve görüşler ileri sürülmekte, yorumlar yapılmaktadır.

Hakikatler çarpıtılmış mıdır?

Kurtuluş Savaşının gerçek yüzü örtülmüş müdür?

Doğrular yanlış, yanlışlar doğru olarak mı gösterilmeye çalışılmıştır?

Yalan söyleyen tarih millete zorla mı öğretilmiştir?

Tarihi olaylar ters düz edilmiş, kahraman ve hainler yer mi değiştirmiştir?

Tarihimiz örtülü ödenekten cömert bağışlarla mı yazdırılmıştır?

Resmi tarih aldatıcı masallarla doğruları yeni nesilden saklamış mıdır?

Gerçekler, günlük politikanın emrinde ve hizmetinde, gerekli değişikliklere uğratılarak mı kullanılmıştır?

İnsanlarımız aynen tekrarlanılması istenilen resmi bir söylemle kısırlaştırılmış mıdır?

Bu genel iddiaların özelinde en çok kullanılan argümanlar ise Mustafa Kemal’i karalamaya yöneliktir. Kimi zaman İngiliz ajanı olur, kimi zamanda Vahdettin’in emri ve parasıyla Milli Mücadeleyi başlatan sadakatsiz bir görevli. İddialar, İnönü savaşlarının masa başında uydurulmuş zaferler olduğundan Kurtuluş Savaşının anti emperyalist bir mücadele olmadığına kadar uzanır. 

Maalesef bu iddiaların çoğu uluorta, metotsuz, dayanaksız, önyargılı, kulaktan dolma bilgilerle yapılmaktadır.

Geniş ve rasyonel bir tarih bilgisiyle donanmayan, tarih metodolojisini bilmeyen, ansiklopedik kültüre sahip olmayan ve özellikle ruh sağlığı bozuk kişilerin yaptığı eleştirileri tarihi gerçeklik diye algılamak doğru olmayacaktır.

Tarihimizle ilgili bazı yayınlarda dikkat, bilgi, ilgi ve kaynak yetersizliğinden kaynaklanan yanlış ve taraflı değerlendirmeler bulunsa da bu öğrendiğimiz tarihin genelindeki doğruluğu etkileyecek ağırlıkta değildir. 

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak yaşadığımız toprakların tarihini en yüksek doğrulukla öğrenme hakkına sahibiz. Tarihi okuruz. İçinde olayları ve insanları buluruz. Okudukça ne kadar az bildiğimizi görürüz. Belli bir kıvama geldikçe daha çok sorgularız. Tarihi çerçevelerin yetersiz ve derin anlamları engelleyici olduğu gözümüze çarpar. Ortada bir sorun vardır. Sorun belkide güçle ilişkilidir. Güçlü olup kazanan tarihe iz bırakmıştır. Okuduğumuz tarih gerçeğin istisnasız bir sunumu mu, yoksa gücün görmemizi istediği bir yanılsama mıdır?

Son kararı verecek olan aslında kendi gücümüzdür. Eleştirel bakış ve analitik düşünme gücümüz. Ona sahip miyiz?

<