TARLA NEMLİ OLMADAN TOHUM YEŞERMEZ! (3)
28 Şubat döneminde Aczimendiler ve Fadime Şahin gibi figüranlar eliyle istedikleri gibi başarılamayan tahribat; bu kez FETÖ eliyle iftira, yalan, kumpas, yatak odalarının gizli kaydı, sahtekarlık, dolandırıcılık ve en sonunda askeri darbenin resmiyle başarıldı.
Ama ülkede yaratılan travma beklendiğinden ağır oldu. Zira anılan suçlara karışanların veya karıştıkları iddia edilenlerin namaz kılan, baş örtüsü takan, dini kavramları dilinden düşürmeyen, yıllarca “masum eğitim işiyle” uğraşmış görünen insanların olması halk nezdinde tarifi imkânsız bir “paranoyaya” sebep oldu. Bu algının, ülke genelinde özellikle genç nesil üzerinde yarattığı tahribatı silmeye, sanıyorum ki ülkenin on yılları yetmeyecektir.
Yani bugün yaşamış olduğumuz “güvensizliğin”, sözünü ettiğim kırk yıl önceki o “merhamet, kardeşlik, birlik kokusunun” kayboluşunu alkışın çift elle çalındığını görmezden gelerek; “dış mihraklar” adı altında tek başına nitelendirmek çağı yanlış okumak olur ki, zaten en büyük yanılgımız da buradan kaynaklanıyor. Tanımlayamadığımız için tanımlanıyor; iekil veremediğimiz için şekil alıyoruz!
Kabul ediyorum evet, karanlık niyetleri olanlar düşünüp taşınıp haince, canice kötülük planları yapıyor, cana kıymak için insafsız tuzaklar kuruyor; yetinmeyip bu kirli planları bir hesap üzere kuruyor, bundan belli bir sonuç almayı umuyorlar.
Hatta hiç şüphe yok ki, insanlara kötülük ettiklerinde onların buna nasıl tepki vereceğini de önlüklü iblisleriyle psikolojik olarak hesaplıyor, hatta eylemi çoğu zaman bu tepkiyi oluşturmak için gerçekleştiriyorlar.
Ama kendimize sormamız gereken soru; “biz bu şeytani planların neresindeyiz ve neden öznesi oluyoruz?” olmalı.
Zira ama farkında olarak ama olmayarak bu kötülüğün öznesi kılınan bizler; zihin ve yaşam konforumuzu bozmadan bizzat bizim muhatap olduğumuz ve dünya üzerinde huzur, mutluluk ve refahı fısıldayan ilahi hitapları ana kaynağından öğrenmek, bu konudaki susuzluğumuzu suyun menbaından gidermek yerine; tayin ettiğimiz aracılar ve verdiğimiz tepkilerle bu değirmene su taşımış oluyoruz.
Yetinmiyor yaşanılan her olay, başımıza gelen her toplumsal musibette tıpkı onların beklediği gibi öfkelenerek aklıselimden uzaklaşmamız, fevrî hareketler ve söylemler ortaya koymamız onları sadece besliyor.
Tamam yaşanan acılara, oynanan oyunlara, bu şeytani kurgulara kayıtsız kalmak elbette mümkün değil! Ancak, bu karanlık oyunları bozmanın tek yolu, kötülerin yapıp ettikleriyle hedefledikleri sonuçları onlara vermemektir. Onların hedef olarak gösterdikleri yöne doğru savrulmamak, aklı selimde sımsıkı sabit kalmayı başarıyor olmamız gerekiyor.
Zira adamlar çok eski zamanlardan beri toplumsal alanda infial uyandırmak, farklı toplum kesimlerini birbirine düşürerek çatıştırmak; başaramazlarsa duygu birliğini yok ederek beraber hareket edemez, ortak bir hissiyata sahip olamaz hale getirmek için uğraşıyor; hatta bizi kargaşanın bir parçası kılarak duygusal parçalara ayırmak, sonra da bizi bir arada tutan kimyayı değiştirmek istiyorlar.
Bu yüzden görmeliyiz ki, aklıselimden uzak her öfke seli, bir sonraki karanlık eylemin aradığı uygun zemini oluşturuyor ve açık sinir uçlarımız, sinir uçlarıyla oynayarak iş görenlerin iştahını kabartıyor.
Bizim, tam da bu sisli zaman diliminde kötülüğe mağlup düşerek aklını yitirenlere değil, aklını başına toplamayı bilenlere ihtiyacımız var. Çünkü maksatları, bizim en büyük gücümüz olan ortak aklı, ortak duyguyu, toplumsal aklıselimi yok etmek. Zira biliyorlar ki bizi tarih boyunca yedi düvele karşı kolay lokma olmaktan koruyan tek şey; bizim duygusal birliğimiz, ortak paydalarımız ve tüm farklılıklarımıza rağmen kucaklaşabilmemizdir.
“Ne yapmalıyız ve göç” konusunu bir başka yazıya inşallah!
Farkında olabilme ve bu farkındalıkla duygularımıza, birliğimize, kardeşliğimize sarılabilme dua ve temennisi ile.
(Bitti)