TAŞ YERİNDE AĞIRDIR
Liderlik farklılık gerektirir. İktidar ve muhalefet partilerinde kimler geldi, kimler geçti.
Kendi partilerinde A. DAVUTOĞLU gibi Başbakan ve Genel Başkan, A. Latif ŞENER, A. BABACAN gibi bakanlar, ana muhalefet partisinde M. İNCE ve M. SARIGÜL ve diğer bir partilerden ayrıldıktan sonra çok sıkça tekrarladıkları “Ülke yönetilemiyor” ve “Erken seçim” söylemleri hız kesmiyor. Seçim gününe yaklaştıkça bu söylem daha da güçleniyor. Muhalefet partileri mitingler düzenleyerek hayat pahalılığını ve dolardaki artışı gündem yapıp, erken seçim baskısı oluşturmak istiyorlar.
Her biri birer siyasi parti kurup, genel başkan olan bu siyasilerin lider vasfına haiz olup olmadıklarını anlamak için kamuoyu araştırmalarındaki sıralamalarına bakarak anlaşılabiliyor.
Kendi partilerinde başarılı hizmetlerde bulunmuş bu siyasetçilerin araştırmalarda “Diğerleri” hanesinde yer almalarına ne denir?
“Taş yerinde ağırdır?”
Mensubu bulundukları partilerin gücünü, kendi gücü sanan, kerameti kendinde gören bu siyasiler, gerçeği yeni yeni anlamaya başlayıp, gizli ittifak görüşmelerine başlamış durumdalar.
Sürekli erken seçim istemenin ilk zararı, tüm Türkiye’ye Cumhurbaşkanlığı Sisteminin getirdiği siyasi istikrarı zayıflatma arayışındaki bu çağrı, “Ülkeye yatırım yapılmasının ertelenmesi” mesajını vermektedir.
Kimin Cumhurbaşkanı adayı olacağı konusunu sıklıkla gündem yapmak muhalefet cephesindeki siyasi programsızlığın üstünü örtüyor.
Her ne hikmetse bütün olumsuzlara rağmen muhalefet bir türlü iktidar alternatifi olamıyor.
İktidar karşısında kuvvetli bir dayanışma gösterilmeyince, yeni kurulan partilerden nasıl yararlanılabileceği düşünülüyor? Millet İttifakı toplumun tüm kesimlerine hitap edecek bir siyasi vizyon oluşturamadığı takdirde, iktidara zarar verebilecek en büyük güç yeni kurulan siyasi partilerdir. Malum siyasilerin kurduğu bu siyasi partilerin kamuoyu araştırmalarından da anlaşılacağı üzere başarılı olmaları çok zor olsa da, iktidar aleyhine faaliyetleri, iktidara şimdiden zarar vermekte ise de, beraberinde Ülkeye de zarar verebileceği şüphesizdir.
Bu partilerin Türkiye’nin ekonomiden, güvenlik ve dış politikaya kadar önemli konularda projelerinin olmaması yapısal bir durum.
Altı parçalı muhalefetin iktidarın henüz dönüştüremediği alanlara reform önerisinde bulunması, Kürt meselesi dahil önemli konularda ortak politikalarda birleşmesi, neredeyse imkânsız gibi görünüyor. Hatta parlamenter sisteme geçiş dönemine dair bir uzlaşma sağlandığı henüz söylenemez.
Muhalefetin iktidar alternatifi olmadığını gören tarafsız seçmenler Ak Partinin seçimlerden önce tekrar toparlanmasını ümit ediyor.
Hâlâ dönüşen Türkiye sosyolojisine 2023 seçimleri sonrası umut verme konusunda hâlâ iktidar muhalefetten önde.
Yeni ekonomik hamleye eşlik edecek bir yenilenme çabasına ve toparlanma seferberliğine duyulan ihtiyaç ortada. Muhalefette bu ihtiyaca cevap verebilecek bir liderin bulunmayışı, muhalefetin en büyük eksikliğidir. Cumhurbaşkanı adayının doğru belirlenmesi, bu eksikliği ya giderecek, ya da muhalefetin oluşturacağı ittifakı 2023 seçimlerinde başarısız kılacak ve bu günkü durumdan daha da zora sokacaktır. Muhalefetin üzerinde durması gereken en önemli konu budur.
İktidarı devamlı başarısızlıkla suçlayıp, bu önemli konuyu çözmeden, hemen seçim istemek, insanın bindiği dalı kesmesidir.
“Suçlamak anlamaktan daha kolaydır. Anlarsan değişmen gerekir.”
“Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olabilirsin.”
Türkiye’de siyasi alanda yönetme krizinin en belirgin göstergelerinden birisi, yeni parti bölünmeleri ve yeni parti sayısındaki hızlı artıştır.
Yeni sisteme geçildiğinden beri, bir yanda yeni parti sayısında ve girişiminde ciddi artış var. Bir yandan da Milli Görüş alanında merkez ve milliyetçi sağ tabanda, ondan önce de, sol liberallere doğru genişleyecek hamleler yapabilen bir Ak Parti gözlemleniyor.
Oysa şimdi ekonomik tablo olumsuzlaştıkça, otoriter projenin dışladıkları çoğaldıkça bu partilerin manevra alanı daralmaya başladı. Bu daralma partinin içinden kopuşları ve yeni parti girişimlerini de hızlandırdı.
Yeni sistemi kendi etrafındaki bloku bir arada tutmak için bir yapıştırıcı ittifak stratejisi olarak planlayanlar açısından durum tersine işliyor. İktidar açısından bakıldığında elbette her parti ve her lider seçmen desteğini yitirdiğini fark ettiğinde, iktidardan düşmemek için önlemler alır.
Halkı yalnızlaştıran, özgürlüğünü sınırlayan, onun güvenliğini tehlikeye atan politikaların değiştirilmesidir.
Yanlış politikalarda ısrar etmek ve üstelik seçmenin azalan desteğinin sandığa yansımasını önlemek için baskıları arttırmak anlamı olmayan sonuçsuz bir yoldur.
İktidarların başarılarının, birinci faktör olarak halkın zenginleşmesine veya yoksullaşmasına bağlı olarak değerlendirilmesidir.
Bir başka deyişle, gelir artış ve azalışlarının, ahlak, demokrasi, lâiklik, hukuk devleti, din, mezhep, ırk, milliyet ve sosyal devlet gibi değerlerden ve hatta güvenlikten bile daha önce geldiğidir.
Seçmenleri yapamayacağınız vaatler ile uzun süre kandıramazsınız.
Güzel sözdür;
“Bazı insanları her zaman, bütün insanları da bazen kandırabilirsiniz ama bütün insanları her zaman kandıramazsınız.”
[Abraham Lincoln]
İnsanları aldatmanın sınırı güven ile başlar ve güvenin ortadan kalkması ile biter.
Önce hemen belirtelim ki, bir lidere de inanmanın ve güvenmenin temel mekanizması “Bilişsel tutarlılık” denilen bir mekanizmadır.
Eğer bir lideri çok seviyorsak ve sayıyorsak, ona çok güveniyorsak, onun söylediği yalanları görmeyiz, görsek de algılamayız. Algılasak da bu davranışını haklı kılan gerekçeler söyleriz.
Ne zamana kadar?
Sevgi, saygı ve güvenin çeşitli kaynakları vardır;
Birincisi kişinin kendisidir. Kendine sevgisi, saygısı olmayan, kendine güvenmeyen insan, kimseyi sevmez, saymaz, kimseye de güvenmez.
Bu nedenle kendilerine sevgisi, saygısı olmayan, kendilerine güvenmeyen insanlar lider olamaz. Bu tür insanlar arkalarında güç buldukları sürece bir işe yarar, insanları da kandırabilirler.
Görevleri, yetkileri, sorumlulukları, hesap verebilirliği, o pozisyondaki yaptıkları ve yapamadıkları, başkalarına karşı tutum ve davranışları gibi öğeler, ona bakışımızı ve duygularımızı etkileyebilir.
Peki, öyle ise bir lider insanları ne zamana kadar aldatabilir? İşte asıl soru budur.
Seçmenlerin, taraftarların, takipçilerin destekçilerinin güvenlerinin bittiği, artık aldatılamayacakları nokta neresidir?
O nokta insanların güvenlerinin birden çok sarsıldığı, yani sürekli olarak kandırıldıkları, aldatıldıkları ve zarara uğratıldıkları noktadır.
Liderine güvenerek sürekli zarar gören, ona artık inanmaz ve güvenemez.
Güven bir kez kaybolunca da yeniden tesis olunamaz.
“Bilişsel tutarlılık” tam tersine işlemeye başlar ve artık liderin söylediği ve yaptığı hiçbir şeye inanmaz olur.
“Siyasiler için en büyük eser güvenilir olmak ve onurlu yaşamaktır.”
Sağlıcakla kalın.