Tek başına
İnsan tek başına yaşasaydı, yaşayabilseydi, tek başına var olabilseydi yine de akıl, zihin, zekea, beyin laflarını edecekti denilemez. Hayatta kendini gösteren ve kendinden söz ettiren nice kavram, terim, kelime, söz, düşünce insana tek başınayken gerekli olmayan şeylerdir. Ahlak, başarı, nitelik, namus, utanma duygusu, üstünlük duygusu, aşağılık duygusu ve daha bir çok duygu da kendisinden söz ettiremediği gibi var olacak da değillerdi. Tek başına yaşayan bir insanın bir dine mensup olup olmaması, Yaratıcıya inanıp-inanması hiç de sözü edilecek bir durum değildi. O halde bütün değerler, insana ait değerler, insani değerler diye yüceltilen ama aslında insanın tek başına olması halinde hiçbir kıymeti olmayan şeyler.
Xxxx
Hayatı izmlerle, cilik, cılıklarla, ci cü, cu ekleriyle bezenen kelimeler, sıfatlar doldurmaktadır. Yaratılmışlar içinde insanı en yükseğe koyan da insan. İnsancılık diye bir felsefi nizam beyan eden de insan. Şeref, onur, haysiyet diye insanı yücelten başka sıfatlar icad eden de insan. Kan döken de, sömüren de, savaşların daha kanlı olması için silah imal eden de, çıkarcılık eden de, çıkarı için tüm nitelikleri yüklediği değerleri ayaklar altına alan da insan. İyi huyları vaaz eden de sonra iyi huyları aksi ile uygulayan da insan. Ama insan tek başına yaşasaydı bütün bunlara hayta yer olamazdı.
O halde insanın bir varlık olarak evrende, aslında onun tek başına hiçbir değerinin olmadığını izlemek mümkün. Çünki o kaslarıyla, kolları, ayaklarıyla çok güçlü değil. Koku almasıyla, duymasıyla da güçlü değil. İnsan bir başına yaşasaydı evrende belki de kelebek kadar bile ömrü, saltanatı olmayacaktı. Böyle bakıldığında insan ne kadar da zavallı bir yaratık!
Xxxx
İnsan topluluk halinde, cemiyet halinde, sosyete halinde yaşadığında insan oluyor. İşte o zaman kutsanan tüm değerler bir gerçeklik kazanıyor. Ahlak, iyi huy, adalet, üstünlük, aşağılık, ar, haya, namus, utanma duygusu, başkasını düşünmek, başkasının yerinde düşünmek, sevmek, nefret etmek, dost olmak, düşman olmak, yaratıcıya inanmak, bir dine mensup olmak. Bütün bunlar insanın cemiyet halinde yaşamayı doğasına uygun bulduğunda kazandığı değerler, kutsallar, nitelikler haline geliyor.
Vahyin ışığından yararlanmak istediğinde insan, Kur’an’da insana tek başına olduğu çok az zaman dilimlerinde de, çok fazla zaman geçireceği toplum hayatında da uyması gereken kurallar açıkça ifade ediliyor. Sadece bu değil, evrendeki her var edilmişe karşı, diğer insanlara karşı ve Yaratıcıya karşı nasıl davranması gerektiği öğretiliyor. Ama bu bile insanın toplum halinde yaşamayı kabul etmesiyle başlıyor.
Xxxx
En başta anne-baba kutsanıyor. Onlar yanında yaşlanırlarsa, onların hallerinden sıkılıp da ‘Öf’ demeyeceksin diye uyarılıyor insan. Sık sık da Yaratıcıya eş, ortak, benzer birini, bir nesneyi, kimseyi düşünmekten sıkı sıkıya kaçınması emrediliyor insan. Affedilmeyen iki günah belirtiyor Kur’an. Birincisi şirk yani Allah’a bir ortak, eş, benzer düşünmek. İkincisi de başkalarının hakkını gasp etmek. İşte bu başkalarının hakkının gaspı ile şirk aynı değerde, yani affedilmeyen boyutta.
İnsan tek başına yaşasaydı, ona din de teklif edilmeyecek, peygamber ve kitap da gönderilmeyecekti. Nitekim küçük öbekler halinde yaşasalar da tek tek yaşayan hayvanlara, bitkilere böyle bir muhataplık söz konusu olmamıştır.
Xxxx
Cemiyet, toplum, topluluk, öbek çok önemlidir. İnsanı insan mertebesine çıkaran bu hal hayatın kendisi olup çıkıyor. Toplum nizamı, insan yöneyimi işte bu yüzden çok değer kazanıyor. Başkalarıyla iyi geçinmek insan olmaktır. Benim asla beceremediğim bir durum. Başkalarıyla iyi geçinmek ama ahlakla, hukukla, adaletle, insani değerlerle bezenmiş başkalarıyla iyi geçinmek. Yoksa yalan, riya, dalavere, sahtecilikle kirlenmiş başkalarıyla iyi geçinmek olmadığını düşünüyorum.