TEKNOLOJİK ESARETİMİZ (2)
Yetinmediler arabamıza atlayıp gidebileceğimiz rotalar, güzergahlar, parkurlar belirlediler. Hatta nerede kalacağımızı ne yiyeceğimizi ne alacağımızı gözümüzün içine soktukları medya tezgâhları kurdular. Yaprakta, çiçekte, kırda bayırda ne göreceğimizi, o gördüğümüzden ne şekilde ve nasıl etkileneceğimizi de sıkıca tembihlemeyi unutmadılar.
Kabul edelim veya etmeyelim iman ettiğimizi iddia ettiğimiz ötelerde, "hayatını neyle geçirdin, nelerle meşgul oldun?" diye sual edilse ki edileceğine iman etmişiz, apışıp kalacak bu devrin insanı. Çünkü toplumun bir parçası olduğumuz her yerde, isteyelim istemeyelim bu gaflet seline bir yerinden kapılıyoruz hepimiz.
Bu akıl boşalmasından, bu idrak çözülmesinden, bu kalp kirlenmesinden tek başına kurtulma şansımız da yok. Ne yapacaksak, bu ağır uykudan hep birlikte uyanarak yapacağız.
Aksi halde ayağımızın ucuna kadar gelen, her gün teknolojik oyuncaklarımızla gözümüze sokulan medya dolambaçlarına düşmekten, magazin dolmuşlarına binmekten, beş para etmez mevzulara ömür harcamaktan geri alamayacağız insanlığımızı.
Öyle ya herkesin gülecek bir saçmalık, konuşacak bir konu, merak edecek bir acayiplik peşinde olduğu bir yerde elinizdeki yaşamak ve yaşadığı çağa olan borcunu ödemek gibi ciddi bir meseleyi, derdi, endişeyi nereye koyacak, kime nasıl anlatacaksınız?
Ya da bu konu açılmışken sormak lazım "bizde büyük sanatçı, düşünür, ilim adamı neden artık yetişmiyor" diye yaygara koparıyoruz ya hani, sahiden yetişmiş olsa kim, nasıl fark edecek o büyük sanatçıyı, düşünürü, ilim adamını bunca gürültünün içinde?
Bu kadar mı? Hayır tabi ki!
Farkındayız veya değiliz.
Çevremizi saran tehditler çemberi de giderek daralıyor. Hırsızlık, gasp, tecavüz, şiddet tırmanıyor. Uyuşturucu, alkol, tütün kullanımı artıyor, bunun yol açtığı bağımlılıklar nesilleri çürütüyor.
Evlerimizi çelik kapılarla, alarm sistemleriyle, güvenlik kameralarıyla, kapı nöbetçileriyle, demir parmaklıklarla, yüksek duvarlarla donatıyor, yine de kendimizi güvende hissedemiyoruz.
Üstelik sadece tarifi belirsiz saldırganlıklar değil bizi korkutan.
Çevresel felaketler sağlığımızı doğrudan tehdit eder hale geldi. Düne kadar adını bile duymadığımız onca hastalık ölümcül kollarını üzerimize doğru uzatıyor. Doğru dürüst bilgi sahibi bile olamadığımız ve kimsenin tam izahatını yapamadığı salgın hastalıkların korkusu geceleri uykumuzu kaçırıyor.
Kuşlar, tavuklar, sığırlar, keneler gibi daha düne kadar tabiatın bir parçası olan pek çok canlıyı bugün korkutucu düşmanlar olarak görüyor, sokaktaki evcil hayvanlara dahi dokunmaktan imtina ediyoruz.
Baz istasyonları, cep telefonları, manyetik alanlar, radyasyon yayan elektronik eşyalar, genetiğiyle oynanmış gıda maddeleri, koruyucu katkılarla birer zehir kaynağına dönüştürülmüş besinler, hepsinin ölümcül keskin kılıcı tepemizde sallanıyor.
Peki nasıl bu hale geldik?
Bize içini kendileri doldurdukları ama doğanın varlığından eser olmayan hayat tasarımları sundular, kayıtsızca kabul ettik.
Sonra tabiatla irtibatsızlığın içimize açtığı boşluğu kullanarak tabiatın türlü simülasyonlarını üreten bir endüstri kurup bir pazar oluşturdular ve tabiatı hangi şekliyle, ne şekilde hayatımıza kabul etmemiz gerektiğini söylediler.
(Devamı yarın)