M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

TEKNOLOJİK ESARETİMİZ (3)

Kır ayakkabısı, gözlüğü, sırt çantası, filanca kemeri, falanca kayışı, su geçirmez saati, ter geçirmez tişörtü ve sair ıvır zıvırı üretip tabiatla bütün bunları denkleştirip önümüze sundukları için de tabiatı düşündüğümüzde filanca markanın gözlüğüyle, filancanın ayakkabısı, öbür markanın montu, diğerinin yağmurluğu, berikinin şemsiyesi ile canlanır oldu artık gözümüzde. Dolayısıyla tabiatın doğal bir tarafı kalmadı ve avucumuzda sadece bir simülasyon kaldı geriye. Bu simülasyonun içine girip sosyal medyaya yetiştirilecek tonla fotoğraf ve videoyu da yanımıza alarak öngörülmüş, tasarlanmış, kesilip biçilmiş birer paket hissiyatla evlerimize döndük. 

Tabi bu bizim zihinlerimizin iğfali idi sadece. Bir de toplumsal iğfal planları vardı. Öyle ya ilkin birey sonra toplum olmalı idi. 

İleri teknoloji adı altında insanları kitleler halinde öldüren, şehirleri baştan başa tarumar eden bombalar icat ettiler ve aşağıda çoluk çocuk var demeden, hasta yaşlı var demeden, o ölüm kusan bombaları insafsızca, acımasızca, vahşice şehirlerin üstüne bıraktılar ve bu sayede de kıyameti çağıran bir vahşetin kravatlı, üniformalı, önlüklü imparatorluklarını kurdular. Zira onların yüksek teknoloji dedikleri şey aslında böyle bir şeydi. 

Bir taraftan bütün bunları yaparken, bir taraftan da küresel medyada boy gösterip; içinde 'insanlık', 'özgürlük', 'demokrasi', 'uygar dünya' gibi kelimelerin geçtiği o havalı nutuklarını atabiliyorlar hâlâ. Bize kalansa, bütün kazancı yine doğrudan onların ceplerine, banka hesaplarına giren kişi başına üç beş kelimelik sosyal medya isyanları.

Bugün bize “ileri teknoloji” adı altında yürüyen merdivenler, kendi kendine park eden arabalar, çok fonksiyonlu mutfak robotları, binlerce tv kanalı, bir tıkla dünyanın her yerine ulaşabileceğimiz hızlı internet, hayatımızın her köşesine dal budak salan ne idüğü belirsiz yazılımlar, kendi kendimizin fotoğrafını çekebileceğimiz becerikli telefonlar, beşi bir yerde tam mesai şarj cihazları, enerji sıkıntısını tarihe karıştıracak irili ufaklı nükleer santraller ve daha bir sürü şey satıyorlar ve bunların değişimine ayak uydurmak günümüz insanı için neredeyse imkânsız halde. 

İçten içe kızsak da “yapmış adamlar kardeşim!” deyip ucundan hayranlık beslemeyi de ihmal etmiyoruz. Bu gizli hayranlığımızı kullanarak hepimizi bir şeylere bağımlı kılıyor; vazgeçemediğimiz oyuncaklarla, konforla, kontrolümüze aldığımızı sandığımız üç beş megabaytlık dijital güçle meşgul ediyorlar zihinlerimizi. 

Artık bulaşık makinesi olmadan olmaz, dijital fotoğraf makinesi olmadan olmaz, daha fazla enerji olmadan olmaz, daha yeni cep telefonu, tablet olmadan olmaz zihniyetiyle bir ekonomik güç pompalıyoruz. Onlar da bu devasa güçle, bu kara düzenin devamı için her türlü itiraz ihtimalini yıkıp yok edecek zulüm cephaneliğini kuruyor.

Biz ise parmak uçlarımızla kendimize dört başı mamur imparatorluklar kurduğumuzu zannediyoruz. Dün hiçbiri olmadığı halde bugün vazgeçmeyi artık aklımızdan bile geçiremeyeceğimiz zamane alışkanlıklarıyla uyuşuyor zihinlerimiz. 

Ne yapacağız peki? 

Kabul edelim ki “ne yapacaksak yaşama tarzımızı değiştirmeden olsun bu!” diyerek varabileceğimiz bir yer yok. O bombalar çocukların üstüne yağmaya, bizler de sosyal medyada isyan etmeye, lafazanlık yapmaya, kelime çitlemeye devam edeceğiz. 

Öyle ya içine hiç şeker katmadığınız bir çayı saatlerce karıştırsanız da çay tatlanmaz. Çayı şekersiz seviyorsanız karıştırmanız abestir. Şekerli seviyorsanız, o zaman da çaya şeker katmayı unutmayacaksınız. 

Sayfalar da yazılsa, ciltlerce kitap dile de gelse bizim asılsız astarsız sosyal bilinçlenme telaşımız da teknolojiye olan esaretimizi göremiyor oluşumuz yazık ki şekersiz çayı karıştırmaktan öte bir fayda üretmiyor.

Sonuç olarak, öyle baş döndürücü bir hızla çözülüyoruz ki, yakında bir tuşa basmadan yapabileceğimiz hiçbir şey kalmayacak!

Feraset dileklerimle. 

(Bitti)

<