Tesadüf yok
Abdullah ağabey yaşadığı olayları, karşılaştığı insanları hep İlahi bir takdirin tecellileri olarak
görürü ve öyle değerlendirir. Ona göre tesadüf diye bir şey yoktur. Her şey takdir edildiği
biçimde seyreder. İnsan arzulamasıyla, talebiyle, duasıyla o iş ve olaylardan sevap kazanır ya
da günah kazanır.
xxxx
Abdullah bey bir başka sırrı şöyle açıklıyordu:
Geçenlerde metroya binmek için yürüyen merdivene geldim. Ama nasıl olduysa inen
merdiven yerine çıkan merdivendeydim. Düşmek ve bir yerlerimi sakatlamak üzereydim ki
iki tane iri yarı genç beni tuttular ve düşmekten son anda kurtuldum.
Sonra metroya bindim. Yanımdaki iri kıyım gençle sohbet ediyorduk, Nerelisin sen dedim. O
dedi ki biraz evvel sizi düşmekten alıkoyan bendim. Ben Keferdiz’liyim demez mi!
Babam tapu memuruydu, Keferdiz’de, ben de orada doğmuşum. İskan ve imar hizmetleri
yapılırken babam orada hizmet veriyordu. Muhtemeldir ki, babam o gencin ailesinin mal
mülkünü tescil ederken onları hoşnut etmişti. Yıllar sonra o iyilik bir sadaka hükmüne geçiyor
ve o ailenin bir ferdi beni düşmekten koruyordu. Sadaka belayı def eder. İyilik yapmak her
zaman başımıza gelecek musibetleri engeller.
Yapılan işlerin kötü sonuçlarının da olduğunu ifade eden meşhur sözler vardır. ‘Dede hırsızlık
koruk yemişse torunun dişleri kamaşır’ şeklinde.
xxxx
Bu işler akıl fikir ister. Keainatta hiçbir şey lüzumsuz değil, anlamsız değil, birbirinden
bağımsız değil. Ağzımızdan çıkan şuurlu sözleri yaparsak doğrulardan, yapmazsak
yalancılardan oluruz. Ama ‘Söyleyene değil, söyletene bak’ kalıbındaki gayri şuuri, şuur dışı
ağızdan çıkan sözleri sakın yabana atmayın. Gün gelir o dediğiniz olur ve o hali yaşar insan.
Bir efendi bir meseleyi izah ediyordu. Biraz açıklamasını rica ettim. Bunları ben mi söyledim
dedi ve süküut etti.
Xxxx
Bizim çocukluğumuzda annem de bizi hep ikaz ederdi. Oğlum paraya saygısızlık etmeyin,
onda padişahımızın mührü, tuğrası var’ derdi. Devleti yönetenin adaletle yönetmesi gerekir.
Habeş kıralı Necaşi adil bir hükümdardı. Bu yüzden hazreti Peygamber aleyhisselam
sahabilerini zor günlerde ona gönderdi.
Xxxx
Abdullah Işıklar için Arapgir’in çok büyük önemi var. Ama ağabeyi Abdulvahap Malatya
Lisesi’ne kaydolunca kendisi de Gazi İlkokulu’na kaydolur. Oranın müdürü de yıllar sonra
bilip-tanıyacağı Recai Kutan’ın babasıdır. Onu öyle gözlemlemiş ki çocuk gözleriyle. Okul
Müdürünü cisim haline gelmiş bir edep olarak tarif ediyordu.
Asıl ilginç olan ise Malatya Lisesi’nin Müdürü. Kimdir dersiniz. Arif Nihat Asya. Hasan Ali
Yücel Maarif Nazırı. Malatya Lisesine ziyarette bulunuyor. Arif Nihat Asya’nın dersine
giriyor. Kış günü. Sınıfta soba yanıyor. Herkesin ayakkapları çamurlu olduğu için sınıfın içi
de çamur. Öğretmen’in ayakkapları ve paçası da çamur. Bakan Hasan Ali Yücel, belki
takılmak için belki nasihat için belki horlamak için Arif Nihat Asya’ya paçasındaki çamurla
ilgili birkaç cümle söylüyor.
Arif Nihat Asya’nın cevabı muhteşemdir.
-Efendim koskoca Marif Vekili’nin ağzında benim paçamın ne işi var.
Bu konuşmadan sonra Arif Nihat’ın tayini başka yere çıktı mı çıkmadı mı tarihçilere
bırakalım.
Xxxx
Aradan yıllar, yıllar geçecek Metin Emiroğlu ve diğer Malatya milletvekilleri hemşehrileri
İsmet İnönü’yü ziyaret edecekler. Malatya için kim ne yaptı konusu açılınca İsmet Paşa, ben
Malatya’ya maddi bir eser yaptırmadım. Ama her zaman en iyi muallimleri oraya gönderdim
diyerek Arif Nihat Asya’nın en iyi öğretmenlerden olduğunu tescil edecektir. Hem de
tabutluklarda Turancılık suçlamasıyla işkence edilen Arif Nihat Asya’nın muallimliğini takdir
etmiş olacaktır.