TIMAVA CADILARI

Bu hafta, kültür tarihçiliğine hak ettiği yeri kazandıran Reşad Ekrem Koçu’nun
kaleminden cadı tevatürlerini okuyalım. Bilirsiniz cadıya, gulyabaniye, hortlağa inananlar
dünyanın her tarafında her zaman bulunur. Hüseyin Rahmi merhum bu korkunç mevzuu
mizah edebiyatımıza mal etmişti. Zamanımızda da gazeteler perili, cinli evlerden, geceleyin
taşlanan pencerelerden bahsederler, arası çok geçmez, bu cinlerle perilerin huysuz ve
geçimsiz komşular ve bir takım külhanî serseriler olduğunu öğreniriz. Tarihimizde garip
vakalara (Reşad E.K.) ve pek tuhaf ve hatta tüyler ürpertici batıl itikatlara rastlanır. Bakınız,
Bulgaristan’ın Türk idaresinde bulunduğu zamanlarda Tımava kadısı Ahmet Şükrü Efendi
hükümet merkezine gönderdiği resmî yazıda neler anlatıyor! Bu mektup Hicrî 19 Rebiül âhır
1249 Milâdî 1833 tarihli olup devletin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekâyiin 69 uncu
nüshasında neşredilmiştir; bugünkü yazı dilimize çevirerek okuyalım: 1
- Tımava’da cadı türedi. Gün battıktan sonra evlere musallat olmaya başladı. Zahireye
dair un, yağ, bal gibi şeyleri birbirine katar ve kâh içlerine toprak karıştırır. Yüklüklerde
bulduğu yastık, yorgan, şilte ve bohçaları didikler, açar ve dağıtır. İnsanların üzerine taş,
toprak, çanak ve çömlek atar. Hiç kimse bir şey göremez. Birkaç erkek ve kadının da üzerine
saldırmış. Bunlar çağırıldı, soruldu: Üstümüze sanki bir manda çökmüş sandık, dediler. Bu
yüzden iki mahalle halkı evlerini bırakıp başka tarafa kaçtılar. Kasaba halkı bunların cadı
denilen habis ruhların eseri olduğunda ittifak etti. İslimye kasabasında cadıcılık ile tanınmış
Nikola ismindeki adam Tırnava’ya getirildi ve sekiz yüz kuruşa pazarlık edildi. Bu adamın
elinde resimli bir tahta vardı, mezarlığa gider, tahtayı parmağının üzerinde çevirir, resmi
hangi mezara bakarsa cadı o mezardaki ruhu habis imiş. Büyük bir kalabalık ile mezarlığa
gidildi. Resimli tahtayı parmağında çevirmeye başlayınca resim, sağlıklarında yeniçeri
ocağının kanlı zorbalarından olan Tetikoğlu Ali Alemdar ile Apti Alemdar denilen iki şakinin
mezarına karşı durdu. Mezarlar açıldı. Cesetleri yarım misli büyümüş, kılları ve tırnakları da
üçer, dörder parmak uzamış bulundu. Gözlerini kan bürümüş, gayet korkunç idi. Mezarlıktaki
bütün kalabalık bunu gördü. Bu adamlar, sağlıklarında her türlü fesadı irtikâp etmiş, ırza,
namusa, mala tecavüz etmiş, adam öldürmüş, ocakları lâğvedildiği zaman her nasılsa
yaşlarına riayet olunarak cellâda verilmemiş, ecelleriyle ölmüşlerdi... Sağlıklarında yaptıkları
yetişmemiş gibi şimdi de halka ruhu habis olarak musallat olmuşlardı.. Cadıcı Nikola nın
tarifine göre bu gibi habis ruhları defetmek için cesetlerinin göbeğine birer ağaç kazık çakılır
ve yürekleri kaynar su ile haşlanır imiş. Ali Alemdarla Apti Alemdarın cesetleri
mezarlarından çıkarıldı. Göbeklerine birer ağaç kazık çakıldı ve yürekleri bir kazan kaynar su
ile haşlandı, fakat hiç tesir etmedi. Cadıcı bu cesetleri yakmak lazım, dedi. Bu hususta şer an
da izin verilebileceğinden ruhsat verildi... Ve iki yeniçerinin mezarlarından çıkarılan cesetleri
mezarlıkta yakıldı ve çok şükür kasabamız da cadı şerrinden kurtuldu.
Bu alıntıdan da görüldüğü gibi, özellikle Balkan civarlarında, zamanında cadılara
ruhlara vb doğaüstü olaylara pek itibar edilirmiş. 17. Yüzyılın seyyah-ı alem’i Evliya Çelebi
de sık sık bu insanların cadı ve peri inançlarını dile getirmiş. Hatta bir keresinde bu cadıları
kendisinin de gördüğünü ve savaşlarına şahit olduğunu yazmış. Seyyahın kaleme aldığı
Seyahatname eserini daha ilgi çekici kılmak maksadıyla böyle tevatürleri gerçek-miş gibi
anlattığı hepimizin malumu. Dolayısıyla bugün bile, kuşaktan kuşağa aktarılarak bize ulaşan
ve maalesef halen itibar gören gerçek dışı söylentilere itibar etmemeli, “..en doğru yolun
hakikat ve ilim yolu olduğunu..” hatırlamalıyız.

<