Üç Küçük Çınar Ağacı...
Raviler şöyle rivayet ederler ki, Malatya’da Niyazi Mahallesi Bölükemini Sokağı’’ndan çevre yoluna inen güzergahta Çaycı Ali ile Kadayıfçı Ali’nin omuz omuza veren dükkanlarının önünde kendi halinde yaşayan üç küçük çınar ağacı yaşardı.
Kitab’a göre bu üç küçük çınar ağacı, ağaç olmazdan önce kürre-i arzın semalarında uçuşan üç toz zerresinden ibaretti. Cenabı Rabbul Alemin’in “ol” emri ilahisine tabi olup yere inen üç toz zerresi çınar ağacının tohumuna dönüştü.
Tafsilatı “ Levhi Mahfuz”da sabittir.
Karınca süresinde “ Yerde ve gökte gizli olan hiç bir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta olmasın” denilmekte ise de, insanoğlunun ilmi, kainat denizinde zerre-i miskal hükmünde dahi olmadığından bizlere bu hususta “ Hikmetinden sual olunmaz, şu üç tohumdan nasıl şu üç çınar ağacı hasıl oldu? “ demek düşer.
Şu kürre-i arz üzerinde cereyan eden sayısız hadiseye hiç bir akıl izan sahibi “sübhanallah, tebarekallah “demeden geçemez.
Bu dünya böyledir; Yüce Yaradan kimini çınar yapar, kimini de ademoğlu. Ben bir ademoğluyum. Adım Vahap. Gelenden geçenden haraç almak için üç yol ağzına dikilen Deli Dumrul gibi üç yol ağzına hakim binanın ikinci katındaki balkonda yukarı da bahsi geçen şu üç küçük çınar ağacının karşısında , oturmaktayım.
Böyle yazmış Yüce Yaratan benim de yazımı…
Dolardaki artışı bahane ederek iki de bir kira artışı için baskına gelen gözü yaşlı ev sahibemden altıyüz kusur liraya kiraladığım dairenin balkonunda oturup gelip geçeni seyrediyor, gelip geçenle yarenlik ediyorum.
Mahallemizden Şair Niyazi geçmiş. Çocukluğumda buralar bağ bahçe idi. Yol kenarlarındaki arklardan akan sular, bahçeli evlere girer, küçük taş havuzlardaki peynir yağ küplerini soğuttular sonra aşağılara, bahçelere doğru akardı. Eskiler buralara Aspuzu bağları demişlerdir.
Rivayet olunur ki, buradan Emir Ömer, Hüseyin Gazi, Battal Gazi geçmiş buralardan, Cambaz Bozo, Salepçinin Mahammet, Muhtar Mahammet dayı, Toppo Dayı, Şapkalı Nedim , Kel Hasan ile Berber Ramazan da geçti, bu mahalleden…
Buradan Moğollar, Araplar, Selçuklular, Osmanlılar da geçmiş… Müteahhitleriyle barbarlar geçmiş buralardan. Yok etmişler bağları bahçeleri. Beton binalar dikmişler mahallemize.
Mahallemizdeki bahçeleri tarumar edip, buraları işyerine çevirmişler…
Şimdi de benim adım geçiyorum burada Bir işyerinin üzerindeki dairede oturuyorum. Cismen rahatsızım ayaktan; biraz da kilom var….
Adım Vahap…
Kelle paça severim. Kayısı favori meyvelerimdendir.
Selam veren esnafın selamını alır, selamımı almayan esnafı almadığına pişman ederim, onların tekerlerinin siboplarını indiririm.
Bu yüzden herkes yanıma destur ile Vahap Abi, bir emrin var mı? diye yanaşır.
Bu sebeple balkonumun önünden geçerken esnaf beni “ Selam Aleyküm Vahap Abi. Nasılsın? “ diye selamlar.
Esnafı isim isim tanırım. Ne yaptıklarını, kimin dolarla, kimin lirayla iş yaptığını, kimin evinden sabah saat kaçta işyerine intikal ettiğini, evlerine akşamları saat kaçta döndüklerini bilirim.
Kimi çantalı gezer, kimi çantasız gezer. Memlekette demokrasi var, herkes dilediği gibi gezer. Çantalı gezenleri uyarırım. Unuttuklarında hatırlatırım. Mesela balkonun altındaki dükkanda tarım ilaçları satan İbrahim her sabah işyerine çanta ile gelir.Bazen de unutur. Uyarırım; “İbrahim çantanı unuttun,” derim. O da “ Sağol Vahap Abi” der, çantasını alır gider…
Feyzi, beyaz eşya tamir servisinin sahibidir. Çok zayıftır. Yanında çalışan çırağı Sami de çok zayıftı. Şimdi askerdeymiş.
Esnaftan kim para sayar kim para saymaz bilirim.
Ali Ekber’i dükkânı önünde para sayarken gördüm geçen gün. Şenlik olsun diye ilan ettim memlekete; ” Ali Ekber para sayıyor” dedim. Ali Ekber, orta yerde para sayılmayacağını öğrendi, utancından parayı sakladı ama mali durumu da komşu esnaf tarafından izlemeye alındı.
Televizyondaki haberleri, en çok da Müge Anlı’yı izlerim. Ekonomi haberlerine göre esnafın zor durumda olduğunu sağır sultan duydu, ancak bir hükümet duymadı.
Doların terbiyesizliği arş-ı alaya yükselip piyasaları alt üst etti. Hırdavatçı, boyacı, asansörcü, muslukçu , elektrikçi, borucu , hortumcu vs. komşularımı bilhassa düşünceli görüyorum.
Özel protezcim Ayakçı Murat da fırsattan istifade, geçen gün gözlerini protez bacağıma dikerek ; “fiyatları arttı “ dedi. Dediği doğruysa onbeş bine aldığım bu takma bacağın bugünkü fiyatı yirmi beş bin lira , olmuş.
Ah...Ah…Şair öyle demiş ; “ Felek kimine kavun yedirirsin kimine kelek!..”
Menfur bir iş kazası sebebiyle ben de kelek yiyenlerdenim. Onaltı yaşında takma bacağa, işsizliğe, eve, dolayısıyla balkona mahkum oldum. Ne diyeyim; sebebim kebap olsun!
İşim yoktur. İşim olsa yapardım.
Bütün günümü balkonda geçiririm. Oturup aşağımdaki esnafı seyrederim.
Canım sıkıldığında eski gazetelerden çekirdek külahları yapıp, aşağımdaki ziraatçi İbrahim’e atarım. Yaptığım külahlar talep fazlası olduğundan pek itibar görmüyor ama çabam, külahlardaki işçiliğim göz dolduruyor. İbrahim de bu külahlara göztaşı doldurup köylüye ikram ediyor.
Bu küçük buluşumun tarımsal alanda bir canlanmaya yol açacağı muhtemeldir.. Dolar da bahane oldu. Köylüler ,ilaçları artık gram gram alıyorlar.
Bana gelince benim bundan bir çıkarım yok. İşsizlik kötü,canım sıkılıyor . Ne yapayım?
Gene de şükür ediyorum Allah’a. Çoluk çocuk derdi yok. Gülebiliyorum.
Allah devlete millete zeval vermesin. Babadan SGK.liyim. Devlet protez bacak bedelimi karşılıyor. Mesela geçen sene beş yılı dolan protez bacağımı yeniledim. Devlet protez bedelinin on iki bin lirasını karşıladı , üç bin lirasını da cebimden ödedim.
Benim protezleri beş yılda bir değiştirme hakkım var. Gaziler ise protezlerini iki yılda bir değiştirme hakları varmış.
Gazilere hürmetim var . Bu memleket için hayatlarının baharında kimi kolunu kimi bacağını sahada bırakmıştır. Onlara yapılan masrafın her zerresi helaldir.
Ne var ki, son senelerde kulağıma kar suyu kaçmış bulunuyor. Dediklerine göre bazı gaziler protezcilerle anlaşıyor ; devletin kendilerine tahsis ettiği en pahalı , en kaliteli protezleri teslim almış gibi gösterip normal bir protezle iki sene idare ediyor, aradaki meblağı ceplerine atıyorlarmış!
Pes vallahi ! Bir yaşıma daha girdim.Bu işin kırışması mi olur?
Devletin bu konuya el atması lazım. Gazilerimiz buna ihtiyaç duymasınlar. Ayıp oluyor…
Rivayet muhtelif, söz uzun. Derler ki, çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.
Laf orda değil; Kurban bayramıydı ve hava çok sıcaktı. Ağaçsız mahallemizde kaldırımlar, caddeler cehennem sıcağında kavrulurken ,karşı kaldırımda , susuzluktan, bakımsızlıktan bitap düşmüş üç küçük çınar ağacı gördüm.
Bu üç küçük çukura, düşen çınar ağaçlarının tohumları Cenabı Hakk’ın izin ve inayetiyle yağmurda sulanıp ,güneşle filizlenip boy , dal ve yaprak vermişler.
Nihayetinde üç küçük çınar ağacı olmuşlar, balkonumun karşısına dikilmişler. Dallarıyla serçelere kucak açmışlar…
Kurban olduklarımın susuzluktan sararan yapraklarını görünce çok üzüldüm
Hacer Abla ‘ya söyledim. O da bir sitil su ile zavallıları suladı..
Kendilerine kablosuz bir mesaj yolladım. Kendilerini sevdiğimi, mahzun olmamalarını, protezlerim vurduğu için yürüyüp yanlarına gidemediğimi beyan ettim. Cevaben keyifle yapraklarını salladılar…
Uzun bir bürokratik hiyerarşiyi aştıktan sonra Malatya Belediyesi’ne hatta parklar bahçeler müdürlüğüne kadar haber ettim. Üç küçük çınar ağacının susuzluktan Yemen halkı gibi can çekişmekte olduğunu , sulanıp bakımlarının yapılmasını talep ettim. Kayıt alıp kayıt verdiler.
Kayıtlar uhdemdedir. İnanmayan olursa beyan ederim.
Neredeyse bir ay geçti. Belediyeden gelen giden yok...Ara sıra birileri ağaçları suluyor ama kim?
Çınar ağaçları yaşıyor. Güz geldi, korkunç sıcaklar yok artık. Şükürler olsun; Allah’ın sonsuz merhametinden onlar da yararlanıyorlar…