CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

Üç Küçük Çınar Ağacı...

Raviler şöyle rivayet ederler ki,  Malatya’da Niyazi Mahallesi Bölükemini Sokağı’’ndan çevre yoluna inen güzergahta  Çaycı Ali  ile Kadayıfçı Ali’nin omuz omuza  veren  dükkanlarının  önünde kendi halinde yaşayan üç küçük çınar ağacı yaşardı. 

Kitab’a  göre bu  üç küçük çınar ağacı, ağaç olmazdan önce kürre-i arzın semalarında uçuşan üç toz zerresinden ibaretti.  Cenabı Rabbul Alemin’in “ol”   emri ilahisine tabi olup yere inen  üç  toz zerresi çınar ağacının tohumuna  dönüştü. 

Tafsilatı “ Levhi Mahfuz”da sabittir.

Karınca süresinde “ Yerde ve gökte gizli olan hiç bir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta olmasın” denilmekte ise de, insanoğlunun ilmi, kainat denizinde  zerre-i miskal  hükmünde dahi olmadığından  bizlere bu hususta  “ Hikmetinden sual olunmaz,  şu üç tohumdan nasıl şu  üç çınar ağacı hasıl oldu? “ demek düşer.

Şu kürre-i arz üzerinde cereyan eden sayısız  hadiseye  hiç bir akıl izan sahibi “sübhanallah, tebarekallah “demeden geçemez. 

Bu dünya böyledir; Yüce Yaradan kimini çınar yapar, kimini de ademoğlu. Ben bir ademoğluyum. Adım  Vahap. Gelenden  geçenden haraç almak  için üç yol ağzına   dikilen Deli Dumrul gibi üç yol ağzına  hakim  binanın ikinci katındaki  balkonda yukarı da bahsi geçen şu üç küçük çınar ağacının karşısında , oturmaktayım.  

Böyle yazmış Yüce Yaratan benim de yazımı

Dolardaki artışı  bahane ederek  iki de bir kira artışı için baskına gelen gözü yaşlı ev sahibemden altıyüz kusur liraya kiraladığım    dairenin   balkonunda oturup  gelip geçeni seyrediyor, gelip geçenle yarenlik ediyorum.

Mahallemizden Şair Niyazi  geçmiş. Çocukluğumda buralar bağ bahçe idi. Yol kenarlarındaki arklardan akan sular, bahçeli evlere girer, küçük taş havuzlardaki peynir yağ küplerini soğuttular sonra aşağılara, bahçelere  doğru akardı. Eskiler buralara  Aspuzu bağları demişlerdir.

Rivayet olunur ki, buradan Emir Ömer, Hüseyin Gazi, Battal Gazi geçmiş buralardan, Cambaz  Bozo, Salepçinin Mahammet, Muhtar Mahammet dayı, Toppo Dayı, Şapkalı Nedim , Kel Hasan ile  Berber Ramazan da geçti, bu mahalleden…

Buradan  Moğollar, Araplar, Selçuklular, Osmanlılar da geçmiş… Müteahhitleriyle barbarlar geçmiş buralardan. Yok etmişler bağları bahçeleri. Beton binalar dikmişler mahallemize.

 Mahallemizdeki bahçeleri tarumar edip, buraları işyerine çevirmişler…  

Şimdi de benim adım  geçiyorum burada Bir işyerinin üzerindeki dairede oturuyorum.  Cismen  rahatsızım  ayaktan; biraz da kilom var….

Adım Vahap…

Kelle paça severim.  Kayısı favori meyvelerimdendir.

Selam veren esnafın  selamını alır, selamımı almayan  esnafı  almadığına pişman ederim, onların tekerlerinin siboplarını indiririm.

Bu yüzden herkes yanıma destur ile  Vahap Abi, bir emrin var mı? diye yanaşır.

Bu sebeple balkonumun önünden geçerken esnaf  beni  “ Selam Aleyküm Vahap Abi. Nasılsın? “ diye selamlar.

Esnafı  isim isim  tanırım. Ne yaptıklarını, kimin dolarla, kimin lirayla iş yaptığını, kimin evinden sabah saat  kaçta işyerine intikal ettiğini, evlerine akşamları  saat kaçta döndüklerini  bilirim.

 Kimi  çantalı gezer, kimi çantasız gezer. Memlekette demokrasi var, herkes dilediği gibi gezer. Çantalı gezenleri uyarırım. Unuttuklarında  hatırlatırım. Mesela balkonun altındaki dükkanda tarım ilaçları  satan İbrahim her sabah işyerine çanta ile gelir.Bazen de unutur. Uyarırım; “İbrahim çantanı unuttun,” derim. O da “ Sağol Vahap Abi” der, çantasını alır gider…  

Feyzi, beyaz eşya tamir servisinin sahibidir. Çok zayıftır. Yanında çalışan çırağı Sami de çok zayıftı. Şimdi askerdeymiş.

Esnaftan kim para sayar kim para saymaz  bilirim.

Ali Ekber’i dükkânı önünde para sayarken gördüm geçen gün. Şenlik olsun diye ilan ettim memlekete; ” Ali Ekber para sayıyor” dedim.  Ali Ekber, orta yerde para sayılmayacağını öğrendi, utancından parayı sakladı ama  mali durumu da  komşu esnaf tarafından izlemeye alındı.

Televizyondaki  haberleri, en çok da Müge Anlı’yı  izlerim. Ekonomi haberlerine göre  esnafın   zor durumda olduğunu sağır sultan duydu, ancak  bir hükümet duymadı.

 Doların  terbiyesizliği  arş-ı alaya yükselip  piyasaları alt üst etti. Hırdavatçı, boyacı, asansörcü, muslukçu , elektrikçi, borucu , hortumcu vs. komşularımı  bilhassa düşünceli görüyorum.

Özel  protezcim Ayakçı Murat da fırsattan istifade, geçen  gün gözlerini protez bacağıma dikerek ; “fiyatları arttı “ dedi.  Dediği doğruysa onbeş bine aldığım bu takma bacağın bugünkü  fiyatı   yirmi beş bin lira , olmuş. 

Ah...Ah…Şair öyle demiş ; “ Felek kimine  kavun yedirirsin kimine kelek!..”

 Menfur bir iş kazası sebebiyle ben de kelek yiyenlerdenim. Onaltı yaşında  takma bacağa, işsizliğe, eve, dolayısıyla balkona mahkum oldum. Ne diyeyim; sebebim kebap olsun!

İşim yoktur. İşim olsa yapardım.

 Bütün günümü  balkonda geçiririm. Oturup aşağımdaki  esnafı seyrederim.

Canım sıkıldığında   eski  gazetelerden çekirdek külahları yapıp, aşağımdaki  ziraatçi İbrahim’e atarım. Yaptığım külahlar talep fazlası olduğundan pek itibar görmüyor  ama çabam, külahlardaki işçiliğim  göz dolduruyor.  İbrahim  de bu külahlara  göztaşı doldurup  köylüye   ikram ediyor.

Bu küçük buluşumun tarımsal  alanda bir canlanmaya yol açacağı  muhtemeldir.. Dolar da bahane oldu. Köylüler ,ilaçları artık gram gram alıyorlar.

Bana gelince benim bundan bir çıkarım yok. İşsizlik kötü,canım sıkılıyor . Ne yapayım?

Gene de şükür ediyorum Allah’a. Çoluk çocuk derdi yok. Gülebiliyorum.

 Allah devlete millete zeval vermesin. Babadan SGK.liyim. Devlet protez bacak  bedelimi karşılıyor.  Mesela geçen sene beş yılı dolan  protez bacağımı yeniledim. Devlet protez bedelinin on iki bin lirasını  karşıladı , üç bin lirasını da  cebimden ödedim.

Benim protezleri beş yılda bir  değiştirme hakkım var. Gaziler ise protezlerini iki yılda bir değiştirme hakları varmış.

Gazilere hürmetim var . Bu memleket  için hayatlarının baharında kimi  kolunu kimi bacağını sahada bırakmıştır. Onlara yapılan masrafın  her zerresi helaldir.

Ne var ki,  son senelerde kulağıma kar suyu kaçmış bulunuyor. Dediklerine göre  bazı gaziler protezcilerle anlaşıyor ; devletin kendilerine tahsis ettiği en pahalı , en kaliteli  protezleri  teslim almış gibi gösterip normal bir protezle iki sene idare ediyor, aradaki meblağı  ceplerine atıyorlarmış! 

Pes vallahi ! Bir yaşıma daha girdim.Bu işin kırışması mi olur? 

Devletin bu konuya el atması lazım. Gazilerimiz  buna ihtiyaç duymasınlar. Ayıp oluyor…

Rivayet muhtelif, söz uzun. Derler ki, çok mal haramsız, çok  söz  yalansız olmaz.

Laf orda değil; Kurban bayramıydı ve hava çok sıcaktı. Ağaçsız  mahallemizde kaldırımlar, caddeler cehennem sıcağında  kavrulurken ,karşı kaldırımda , susuzluktan, bakımsızlıktan bitap düşmüş üç küçük çınar ağacı gördüm.  

 Bu üç küçük çukura, düşen çınar ağaçlarının tohumları  Cenabı Hakk’ın izin ve inayetiyle yağmurda sulanıp ,güneşle filizlenip boy , dal  ve yaprak vermişler.

Nihayetinde üç küçük çınar ağacı olmuşlar, balkonumun karşısına dikilmişler.  Dallarıyla serçelere kucak açmışlar…

Kurban olduklarımın susuzluktan sararan yapraklarını görünce  çok üzüldüm

 Hacer  Abla ‘ya söyledim. O da bir sitil su ile  zavallıları suladı.. 

Kendilerine kablosuz  bir mesaj yolladım. Kendilerini  sevdiğimi, mahzun olmamalarını, protezlerim vurduğu için yürüyüp   yanlarına gidemediğimi beyan ettim. Cevaben keyifle yapraklarını salladılar… 

Uzun bir bürokratik hiyerarşiyi aştıktan sonra  Malatya Belediyesi’ne hatta parklar bahçeler müdürlüğüne kadar haber ettim.  Üç küçük çınar  ağacının susuzluktan Yemen halkı gibi can çekişmekte olduğunu , sulanıp bakımlarının yapılmasını talep ettim.  Kayıt alıp kayıt verdiler.  

Kayıtlar uhdemdedir. İnanmayan olursa beyan ederim.

Neredeyse bir ay geçti. Belediyeden gelen giden yok...Ara sıra birileri ağaçları suluyor ama kim?

Çınar ağaçları yaşıyor. Güz geldi, korkunç sıcaklar yok artık. Şükürler olsun; Allah’ın sonsuz merhametinden onlar da yararlanıyorlar…    

 

<