RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Üç şair bir arada

Abdülhak Hamid edebiyat dünyasında herkesin bildiği tanıdığı, saray dokroru bir babanın evladı. Babasıyla birlikte dolaşan bir memur çocuğu. Fatma adında bir hanımla evlendiği ve onun İstanbul’a dönerken Beyrut’ta öldüğü, Abdülhak Hamid’in de bu acıyla Makber şiirini yazdığı bilinir. Ancak Hamid bu sırada 23 yaşında evlendiği Fatma da 13 yaşındadır. Bir erkek bir kız evlad veren Fatma 1885’de Beyrut’ta veremden öldü. Hamid de o ruh haliyle Batı tarzında aşağıdaki Makber şiirini yazdı.
Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı.
Şimdi buradaydı, gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim, o haksar kaldı,
Bir köşede tarumar kaldı,
Baki o enis-i dilden, eyvah,
Beyrut'ta bir mezar kaldı.
Bildir bana nerde, nerde Yarab,
Kim attı beni bu derde Yarab?
Nerde arayayım o dil rübayı,
Kimden sorayım bi-nevayı?
Derler ki unut o aşnayı,
Gitti tutarak reh-i bekayı,
Sığsın mı hayale bu hakikat?
Görsün mü gözüm bu macerayı?
Sür'atle nasıl da değişti halim,
Almaz bunu havsalam, hayalim.
Çık Fatıma! Lahdden kıyam et,
Yadımdaki haline devam et.
Ketmetme bu razı, söyle bir söz,
Ben isterim, ah, öyle bir söz.
Güller gibi meyl-i ibtisam et,
Dağ-ı dile çare bul, meram et.
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle,
Eyyamı hayatımı temam et,
Makber mi nedir şu gördüğüm yer?
Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber?
Süleyman Nazif Hamid’den 19 yaş daha gençtir ama aynı edebiyatçılardan etkilenen, aynı tarz şiirler yazan kişiler birbirleriyle tanışıyorlar. Hamid ile Nazif beraberce Şaire Niğar hanımı ziyarete giderler. Orada çeşitli sohbetler yapılır ama daha çok Hamid konuşur 20 yaş büyük olmanın farklılığıyla. Hamid’e Şairi Azam sıfatını verecek kadar Süleyman Nazif, Hamid’e hayrandır.
Hamid’in 1928 yılından öldüğü 1937 yılına kadar milletvekili olduğunu da hatırda tutmak gerek.
Niğar hanım Şişli’de oturmaktadır ve her zaman evine günün edebiyatçıları gelmekte, onunla görüşmekte, edebi sohbetler yapmaktadırlar.

Xxxx
Abdülhak Hamid Niğar hanıma belki de nezakete de sığmayan bir lakırdı eder.
Hanımefendi sizin hakikaten şair olduğunuzu iki oğlunuzu değişik yerlerde, değişik hallerde gördüğümde anladım. Oğullarınızın halinde sizin şair kişiliğinizi müşahade ettim der. Bunu biraz da Niğar hanımın şairliğini hafife aldığ için söylediği anlaşılıyor.
Küçük oğlunuz Keramet beyi Viyana’da fesle gezerken, büyük oğlunuz Münif beyi Ramazan günü Boğaziçi vapurunda sigara içerken gördüm.
Bu şairane tezattır diyor.
Hiç de şık olmayan, Niğar hanımı rencide eden bir konuşmadır. Ama bunu yapan Şairi Azam olunca, eve gelmiş misafir olunca tahammül etmekten başka Niğar hanıma yapacak bir şey kalmıyor.

Xxxx

Şair Niğar hanımın babası, 1848 Macar İhtilali mültecilerinden, Macar asıllı Osman Paşa'dır. Öğrenimini Fransız mektebinde yaptı. Özel olarak Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri aldı. Çocuk yaşında iken şiir yazmaya başladı. Fransızca dilini ve Fransız edebiyatını çok iyi bilmekteydi. Zamanının kibar aleminin en seçkin siması olarak bilinmekteydi. Fransız salonlarını andırır şekilde, her salı günü konağında zamanın tanınmış şahsiyetleri toplanır ve bu toplantılarda şiirler okunur, müzik dinlenir ve sanat ve edebiyat konularında konuşulurdu. 1 Nisan1918'de İstanbul'da öldü. Mezarı Rumelihisar Kayalar mezarlığındadır.

Şiirlerini Efsûs I (1877), Efsûs II (1891), Nîram (1896), Aks-i Seda (1900) ve Elhan-i Vatan (1916) adlı eserlerinde topladı. Safahat-i Kalb (1901) adlı bir gönül hikâyesini mektuplar halinde veren bir düzyazı eseri de vardır. Özel hayatında pek mesut olmayışının ıstırabını anlatan şiirlerinde ince bir lirizm görülür. Türk kadın şairler arasıda 19. yüzyılın ikinci yarısında en bol ve en özlü eserler vermiş bir şahsiyettir
Xxxx

Hamid ile Süleyman Nazif’in ziyareti elbette 1918 tarihinden öncedir. O yıllar Osmanlı ülkesi çalkalanmaktadır. Çok çetin günler yaşanmaktadır. Ama edebiyatçılar her Salı günü Niğar hanıma misafir olmak zevkinden mahrum kalmıyorlar.

Xxxx

İstanbul'un Müttefiklerce işgal edilmesi üzerine Hadisat adlı dergide bir yazı yazdı. Yayınlanan 'Kara Bir Gün' istilacıların tepkisine sebep  oldu ve Malta'ya sürgüne gönderildi. İstanbul'a döndüğünde Resmi Gazete'de çalışmaya başladı. Süleyman Nazif edebiyatçı olduğu kadar yiğit bir vatanseverdi. İşgalcilere karşı yazdığı yazıyla başına neler gelebileceğini biliyordu ve bundan hiç de kaçınmadı.

Xxxxx

Günümüzdeki şiir toplantılarını da takip edenler bilirler. Şimdilerde vatan-millet meseleleri o kadar ilgi çekmiyor. İnsan düşünüyor elbette. Hani bizim Namık Kemal’imiz, Süleyman Nazif’imiz, Mehmet Akif’imiz diye…
Neden pınarlarımız bu kadar kuru, neden çeşmeler akmaz hale getirildi? Kim yaptı bunu?

xxxx

<