RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Ulul emre itaat

1901 yılında dğup 1974 yılında hayata veda eden ordinaryüs purofesör Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Sıtrazburg Üniversitesinde  Ziya Gökalp konusunda yaptığı çalışmayla doktorasını vermiştir. Posta Telgıraf İdaresi için yönetici yetiştiren bir liesnin imtihanını başarıyla vererek orayı bitirmiş ve Galatasaray Postanesi’ne müdür olmuştur. Orada çalışırken de İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü bitirmiştir. Ama fakülte iki yıl  eğitim verdiğinden Sıtrazburg’da denkliği kabul edilmediğinden orada tekrar lisans tamamlamak zorunda kalır. Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra Postaneden ayrılır ve Erzurum, Sivas, Kayseri, Ankara ve İstanbul’da felsefe öğretmenliği yapar ve Sıtrazburg’daki eğitiminden sonra üniversiteye geçer. 1033 yılında Rusya ile olan ilişkilere uygun olarak komün dersleri verir. Karl Marx üzerine de bir eser ortaya koyar. Ama asıl kendini güçlü hissettiği konu Ziya Gökalp’tir. Onun milletin malı olması da Fındıkoğlu’nu, Ziya Gökalp’e daha yakınlaştırır.

Xxxx

Beyazıt’ta Muallimler Birliği’nde bir konuşma yapmaktadır. Belki de Ziya Gökalp kitabını yeni yayınlamıştır. Ziya Gökalp’te din konusunu ele aldığı bir konuşma yapmaktadır.
Bugünlerde çok konu edilen ve kimilerine göre Emevilerin dine soktuğu bir mesele kabul edilen ulul emre itaat konusuna geldiğinde dinleyenler arasından bir genç parmak kaldırıyor.
Efendim ulul emre itaatten önce Vahiy ve hadise itaat varken arada bir tezat, çelişki olursa ne yapılmalı, vahiy ve hadis mi ulul emir mi dikkate alınacak diye sorar.
Bunun üzerine Fındıkoğlu, siz kimsiniz, nerede okuyorsunuz, kimlerdensiniz gibi sualler yöneltir gence. O da İmam Hatip öğrencisi olduğunu beyan eder.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, ordinaryüs purofesör, Ziya Gökalp ve Karl Marx hakkında kitapları, ilmi çalışmaları olan Fahreddin bey Vehbi Sınmaz’ı kürsüye davet ederek ‘bu konuyu sen anlat’ der.

Xxxx
Vehbi bey o günleri anlatırken adeta olayı tekrar yaşıyor ve hayret ediyor. O günün insanları böyleydi. Bir konuyu kendilerinden daha iyi bilecek insanların varlığını kabul ederler ve o insanı bulduklarında da ona söz söyleme hakkı tanırlardı diye anlatıyor. 
Sevgili Reşat abim konuyu açmıştı. ‘Fahreddin Ziya cübbesini Vehbi^ye vermişti’ diyerek konuyu açmıştı.
Nedir, nasıldır diye sorunca Vehbi bey anlatmak durumunda kaldı. Fakat Vehbi bey konuyu ayrıntıya boğmak istemiyordu. Şöyle şöyle dedim gibi geçiştirmek isteyince gazetecilik damarım depreşti. 
-Ağabey ne dedin, nasıl anlattın, biz de öğrenelim, diye ben bastırınca daha ayrıntılı anlattı ama. Ulul Emr meselesi yine de berraklaşmadı. Abdullah Işıklar ağabey söze girerek masiyeti emreden ululemre itaat edilmez dedi.

Xxxx

Anne-baba için de ululemr için de aynı şart var. Allah’ın ve Peygamberin emir ve tavsiyelerine uygun olmayan emirleri dinlememekte bir günah yoktur. Fıkıhçılar böyle demişler ama, uygulamada hukuk, ulul emrin hukuku insanları mecbur ediyor. Çünki anında yaptırım var. Allah’ın yaptırımı ise ahirette olunca insanlar yakın tehlikeyi savuşturmayı tercih ediyorlar.

Xxxx

Sohbet derinleşmişken masadan birkaç kişi ayrılmak için izin istediğinde saate bakmak aklımıza geldi ve vakit hayli geç olmuştu.
Bu haftanın sohbet mahfili de böyle şenlendi. Kimlerin olduğunu söylemeyeceğim. Vehbi bey vedalaşırken ‘senin ben d eüç kitabın var, ama benim sende hiç kitabım yok’ derken serzenişte mi bulundu, ‘Ben seni okuyorum ama sen beni okumuyorsun’ sitemi miydi, yoksa bana kitaplarından hediyemi edecekti çok ayan anlayamadım. Bekleyip göreceğiz. Vehbi Sınmaz bey her zerresiyle dolu ve düşünen adam. Onun eserlerini okumaktan kıvanç duyarım.

<