İSKENDER ÖZSOY

İSKENDER ÖZSOY

ÜSTÜ KALSIN

ÜSTÜ KALSIN / Kalyoncu: "Kemal Tahir'in Kapısı Herkese Açıktı"

KALYONCU: “KEMAL TAHİR’İN KAPISI HERKESE AÇIK”

 

Edebiyat dünyamızda “Üç Kemaller” diye anılan romancılardan Kemal Tahir’in ölümünün üzerinden 40 yıl geçti.
İkinci Abdülhâmid’in Hünkâr yâverlerinden alaylı deniz subayı ve Yıldız Sarayı’nda Abdülhâmid’in özel marangozu Tahir Bey’le Hubser Hanım’ın oğlu Kemal Tahir (İsmail Kemalettin Demir) 15 Nisan 1910’da İstanbul Vezneciler’de doğdu. 1938’de askeri isyana tahrik ve teşvik iddiasıyla tutuklandı. İstanbul Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce Erkin gemisinde yargılanarak 29 Ağustos 1938 tarihinde 15 yıl ağır hapse mahkûm edildi. Bu mahkûmiyetle Kemal Tahir’in 1950’deki genel affa dek 12 yıl sürecek çileli mahpushane dönemi başladı. Kemal Tahir, 21 Nisan 1973’de İstanbul’da öldü.


Üniversite yıllarımda Kemal Tahir’le tanışma fırsatı elime geçti ama havailikten o fırsatı cömertçe harcadım.
Gazeteciliğe başladıktan sonra bir vesileyle onun yakın çevresindekilerle tanıştım.
Bu kişilerden biri de Nâzım Hikmet’in kız kardeşi Melda Kalyoncu’ydu.
Kalyoncu, Kemal Tahir’i anlatırken “Beni Nâzım’ın emaneti gibi kabul etmişti. Ölene kadar da öyle devam etti, bir gün birbirimize kırılmadık, bir gün bana kötü söz söylemedi” dedi.


Kemal Tahir’i “Fevkalâde düzgün bir insan” diye tarif eden Melda Hanım’la sağlığında yaptığım röportajda  “Kemal ağabey” diye andığı romancıyı şöyle anlatmıştı:
 “Onunla 1951 yılının yazında ağabeyim Nâzım Hikmet vasıtasıyla tanıştım. O ilk tanışmadan sonra ölene kadar hep beraber olduk. Ağabeyim kaçtıktan sonra Kemal Tahir Erenköy’deki evimize çok sık geliyordu. Geceleri gelir, sarı defterlere yazdığı notlarını okurdu.1953’de Kemal Tahirler’in evine daha yakın bir eve taşındık. O yıllarda ilk eşim Refik Erduran’la henüz ayrılmamıştık. O yıl oğlum Murat dünyaya gelmişti. Oğlumun adını da Kemal Ağabey koymuştu. Eşi, Türkiye’nin işçi sınıfının önderlerinden Hüsamettin Özdoğu’nun kardeşi Semiha Hanım, dikişe gidince Kemal Tahir evde yalnız kaldığı için bize gelir, ‘Semiha Yenge’ işten dönene kadar bizde otururdu. O zamanlar akşam yemeğini de bizde yerdi. Kemal Tahir beni kardeşi, hatta kızı gibi benimsemişti. Kimi görse beni iftiharla  ‘Nâzım’ın kardeşi’ diye takdim ederdi. Beni Nâzım’ın emaneti gibi kabul etmişti. Ölene kadar öyle devam etti. Bir gün birbirimize kırılmadık, bir gün bana kötü söz söylemedi. Ona Kemal Ağabey derdim. İkinci evliliğim sırasında da Kemal Tahir’le beraberliğimiz devam etti. Eşim Feyyaz Bey ve babası Hikmet Bey, Kemal Tahir’i taparlarcasına severlerdi. Feyyaz Bey onun malî işlerine de bakardı.”

Uyumlu evlilik

“Kemal Tahir aydın ve namuslu herkesle görüşürdü, kapısı herkese açıktı. Sağcı solcu ayırmadan kendisine başvuran herkesle görüşürdü” diyen Melda Kalyoncu şöyle devam etti:
“Sabah çok erken kalkar kitap okur. Biraz uyuduktan sonra kahvaltısını eder ve çalışmaya başlar, bir yere gitmeyecekse öğle yemeğinden sonra yeniden uyurdu. Evine gelen giden çoktu. Telefon çalsa konuştuğunu eve davet ederdi. Eve kadın misafir geldiğinde, ‘Kemal Ağabey rahatsız olmuyor musunuz bu konuşmalardan?’ diye sorardım. ‘Hayır rahatsız olmuyorum, yazımı yazıyorum siz konuşmanıza devam edin’ derdi. Devamlı anlatırdı. Yüksek sesle düşünürdü. Ele aldığı konuyu anlata anlata kafasında geliştirirdi. Eşi Semiha Hanım çok samimi, cana yakın, herkesin yardımına koşan fedakâr bir insandı. Semiha- Kemal Tahir evliliği çok uyumlu bir evlilikti. Semiha Hanım Kemal Ağabey’in çalışması için elinden gelen her türlü imkânı sağladı. Evde Semiha Hanım’ın annesi vardı. Kemal Tahir eşinin annesine çok saygı gösterirdi. Çok severdi, yüzünü okşardı. Hepimiz ona anne derdik. Ufacık bir kadındı. Kemal Tahirler’e Hüsamettin. Özdoğu da gelirdi. Kemal Ağabey Hüsamettin’i çok severdi. Hüsamettin Bey cana yakın ve güler yüzlü bir insandı. Kemal Tahir üzerinde çalıştığı romanı bitirdiğinde hasta olurdu. Roman bitmeye yakın kimse yanına gidemezdi. Çok hassas olurdu. Kemal Tahir’in gönlü zengindi. Yemeklerden pilav ve böreği severdi. Bunun dışında bir salataya yediremezdiniz. Bir de evden çıkmazdı. Yazılarını eski yazıyla masada yazardı. Sabahları kitaplarını yatakta üstüne robdöşambırını alarak okurdu. Bize geldiklerinde eşim Feyyaz Bey ve babasıyla kitap sohbetleri yapalardı. Bir kere yurt dışına çıktı. Orada iyi karşılandı ama döndükten sonra Sovyetler Birliği konusunda düş kırıklığına uğramıştı.” 

<