ÜSTÜ KALSIN / Küçümsemeler Nefret Suçu Sayılmalı mıdır?
KÜÇÜMSEMELER NEFRET SUÇU
SAYILMALI MIDIR?
Türkiye’nin tanık olduğu göç dalgalarından en önemlisi yol açtığı travmalar bugün de devam eden mübadeledir.
Türkiye’yle Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan sözleşme ve protokolle, Türkiye'de yerleşik Ortodoks Rumlarla Yunanistan'da yerleşik Müslümanların zorunlu göçü öngörülmüştür.
Mübadele Sözleşmesi'nin imzalanmasından sonra Yunanistan'a giden Ortodoks Rumların sayısı yaklaşık 200 bin, Türkiye'ye gelen Müslümanların sayısı da yaklaşık 500 bin kişidir. Balkan Savaşı’yla mübadele sözleşmesinin imzalanması arasındaki 11 yılda Yunanistan'ı terk eden Müslümanlarla Yunan ordusunun 1922 yenilgisi sonrası Türkiye'yi terk eden Rumlar da mübadele kapsamına alındığı için her iki ülkeden iki milyonu aşkın insan sözleşmenin kapsamına girmiştir.
Bu yıl, toplumun belleğinde derin izler bırakan sözleşmenin 90. yılı.
Bu 90 yılın çok büyük bölümü, mübadelenin iki vatan yorgunu öksüz çocukları için zor geçti.
Özellikle birinci kuşak mübadiller için.
Yakın zamana kadar – bu yakın zaman Lozan Mübadilleri Vakfı’nın (LMV) kuruluşundan önceki zamandır ve aslında çok uzundur- mübadele tek taraflı bir sözleşme olarak biliniyordu.
Bu “tek taraf”lılık Yunanistan’da hem siyaseten hem de çeşitli yollarla belgelendirilip gündemde tutularak; Türkiye’de ise öğretilmemek ve unutturulmaya çalışılarak yaşandı.
Türk basını mübadelenin ne olduğundan LMV kurulana dek, bir iki meslektaşımın gerisi gelmeyen girişimleri, hariç haberdar değildi.
Din temelli mübadele sözleşmesinin birinci maddesi “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiç biri, Türk Hükümetinin izni olmadıkça Türkiye’ye ya da Yunan Hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan’a dönerek orada yerleşemeyecektir.” diyordu.
Mübadillere bir daha asala “memleket”lerine dönememe, yerleşememe yasağı, hatta cezası getiren sözleşme tarih sayfalarını bir “acı” olarak geçti.
Dünya tarihinde ilk kez uluslararası bir sözleşme imzalanmış zorunlu göç konusunda. Hem de kimseye sormadan, “gitmek istiyor musunuz?” diye.
İşte bu açık gerçeğe rağmen biz mübadeleyi yok saydık.
Devlet de yok saydı, basın da.
Ama gün geldi “Tarih Baba” kendini hatırlattı.
Şimdi artık mübadele ve onun 90 yıldır belleklerden silinmeyen izleri toplumumuzun gündemindedir, geri dönüşü yoktur bunun.
Artık mübadil milletvekilleri, bakanlar vardır.
Bakanlar çeşitli vesilelerle mübadeleden söz etme cesaretini –bazılarının sözleri çok tartışılsa bile- artık göstermektedirler.
Mübadiller yeni vatanlarındaki ilk on yıllarda dil ve çevreye uyum sorunuyla mücadele etti.
Nedir dil sorunu?
Gelenlerden bazılarının ana dilleri Rumca, Makedonca, Slavca, Arnavutça, Çingenece Ulahça; gidenlerin neredeyse yarı yakının ana dilleri Türkçeydi.
Bu mübadiller yıllarca kendilerini ifade edememenin acısıyla bir ömür geçirdiler. Türkiye’de Türkçe, Yunanistan’da Yunanca konuşamamanın, kendi dillerinde bir bardak su isteyememenin sıkıntısını yaşadılar yıllarca.
Yetişkin olarak vatan değiştiren koşullar zorladığı için yeni vatanlarının dillerini mecburen öğrendiler ama çocukluk ülkelerinin dillerini hep içlerinde sakladılar.
“Memleket”lerinden koparılan yorgun ve öksüz çocukların yerleştirildikleri yerlerde karşılaştıkları en önemli sorun, bugün belki de nefret suçu sayılması gereken aşağılanmaydı.
Türkiye’deki her mübadil yerleşiminde mübadillere geldiklere yerlere göre adlar takıldı:
Gâvur, yarım gâvur, gâvur tohumu, tango, biberci, yaban, tarhanacı, macur, macır,bitli macır.
Macır genel bir yakıştırmayken iskân edildikleri yerlere göre Girit mübadillerine gâvur, yarım gâvur, tango; Vodina’nın bazı köylerinden gelenlere de, memleketlerinde geçim kaynakları bibercilik olduğu için biberci denildi.
Neden yarım gâvur?
Bölgenin yerli halkı dilleri kendi dillerine benzemeyen Giritlilerin dinlerinin aynı olduğunu görünce şaşkınlığa düşmüşler zahir, meseleyi kendilerince “Bunlar yarım gâvur…” diyerek çözmüş. Bazı yerlerde de “Gâvurlar gitti, gâvurlar geldi” denilmiş Giritliler için.
Ya gidenlerin durumu?
Onlar çok daha güç koşullarda uyum sağladılar yeni vatanlarına.
Gidenlerin çoğu bırakın nereye gittiklerini, gittikleri ülkenin adını bile bilmiyordu.
Mübadele, bir başka deyişle “Küçük Asya felaketi” Rumlar için daha büyük bir dramdı.
Yunanistan ahalisi Türkiyeli Rumları çok zor kabul etti.
Türkiye’den giden Rumlara Yunanistan’da genellikle tek bir ad takıldı:
Türkosporos, yani Türk dölü.
Bir de “Temiz.”
Temiz, yani genel anlamıyla “vesikalı.”
Şimdi soruyorum.
Yukarıda örneklerini verdiğim hor görmeler, aşağılamalar bugün nefret suçu kapsamına girer mi, girmez mi?
Mübadillerin bu konu üzerinde durmaları gerektiği kanaatindeyim.