Uzun Yüzyıl (II)
On dokuzuncu yüzyılda yapılan yenileşmelerin tesirlerinin günümüze kadar uzanması da yüzyılın uzun olarak adlandırılmasında önemli bir sebeptir. Bunu devletin kuvvetlendirilmesi ve merkezileşme hamlesinde de görüyoruz.
Tanzimat Fermanı‟nın uygulanması amacıyla idarenin güçlendirilmesi ve merkezileştirilmesine gerek duyuldu. Bu sebeple vali ve ayanların nüfuz ve yetkileri azaltıldı. Valiler yalnız asayiş işlerinden sorumlu hale getirilirken mali işler merkezden geniş yetkilerle görevlendirilen memurlara aktarıldı. Vergi tahsil işleri valilerin ve ayanın kontrolünden alınarak merkezi bir maliye teşkilatı örgütlendirildi, mali işlerde yerinden yönetime son verildi. Yine bu çerçevede kadılık teşkilatı mensupları da merkeze bağlandılar. Sonuçta, on dokuzuncu yüzyıldaki siyasi ve idari yeniliklerin ve yeniden yapılanma çabalarının sistemi bütün yönleriyle merkezileştirme amacına yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Aynı şekilde, bu asra kadar padişahlar tarafından kullanılan siyasi otoritenin büyük bölümünün yavaş yavaş bürokrasiye geçmeye başladığını, yeni kurulan bürokrasinin idari işlevler yanında siyasi işlevler de görmeye başladığını, bürokrasinin kendisine engel olarak gördüğü toplumsal sınıf ve kurumları güçsüzleştirmeye yönelik çeşitli tasarruflarda bulunduğunu söylemek mümkündür.
Yüzyılı uzatan bir başka değişim Islahat Fermanı’dır. Tanzimat Fermanı’nın devamı olarakta nitelendirilebilir. Tanzimat Fermanı’nın araladığı kapıyı Islahat Fermanı sonuna kadar açmıştır. Millet sistemini kaldırarak bütün din topluluklara eşit vatandaşlık hakları verilmiş, müslüman ve gayrimüslim Osmanlı tebaası arasında tam bir eşitlik sağlanması amaçlanmıştır. Böylece Millet-i Rum haricinde gayrimüslimlere de devlet kademelerine memur olma yolu açılmıştır. Din değiştirme hakkı kabul edilmiş, İslam'dan çıkmanın ölüm cezasıyla cezalandırılması usulüne son verilmiştir. Gayrimüslimlere askeri okullara gitme hakkı tanınmıştır. Ayrıca eşit haklar beraberinde eşit yükümlülükler getirir düşüncesi ile askerlik ile uygulanan vergilerde de bir eşitlik sağlanmıştır. Böylece gayrimüslimlerin de askerlik yapma yükümlülüğü doğmuş, askerlik yapmak istemeyenlere de askerlik vergisi olan bedel ödeme olanağı sunulmuştur. Bu yeni uygulama sayesinde müslüman tebaa da para karşılığında askerlik görevinden muaf olma şansını yakalamıştır. Islahat Fermanı ile gayrimüslimler kendi meclislerini oluşturarak kendi meselelerini (ağırlıklı olarak yönetimsel ve dinsel) yönetmiş ve o konularda kararlar alabilmişlerdir. Aldıkları kararlar da (1862 Rum Patrikliği, 1863 Ermeni Patrikliği ve 1865 Hahamhane Düzenlemeleri) Batı tarafından anayasa olarak anılmıştır. Gayrimüslimleri eşit görmek o kadar önemsenmiştir ki aşağılama ve hor gösteren bir anlam içeren ve gayrimüslimleri niteleyen Gavur sözcüğünün de içinde bulunduğu pek çok küçük düşürücü kelime yasaklanmıştır.
On dokuzuncu yüzyıldaki bir diğer önemli gelişme ise devletin değişik seviyelerindeki kurullarında halkın temsiline dayanan bir yapılanmanın gerçekleşmiş olmasıdır. Bu bakımdan temsili hükümet sistemi gerçek anlamda eyaletlerde başlamıştır denilebilir. 1840 yılında eyaletlerdeki valilerin yetkilerini kısmak, merkezin otoritesini artırmak ve mali sistemi yeniden örgütlemek amacıyla çıkarılan bir fermanla bölgenin başlıca halk gruplarından ve yönetici sınıf temsilcilerinden oluşan danışma meclisleri kurulmuştur. Ancak mahalli düzeyde halkın temsiline imkan veren yapı hükümet teşkilinde söz konusu olmamıştır. Mahalli meclislerde çoğunlukla seçilenler ise mevcut dinsel, ekonomik ve toplumsal grupların egemen sınıflarının üyesi olup halkın çıkarlarından çok kendi sınıf çıkarlarını temsil etmiştir. 1864 yılında yayımlanan Vilayet Nizamnamesi ile Osmanlı Devleti‟nin idari taksimatını yeniden düzenlenmiş idarenin her kademesinde üyelerinin çoğu seçimle işbaşına gelen vilayet, sancak ve kazaların İdare Meclisleri oluşturulmuştur.
Osmanlı Devleti’nde temsili sistemle ilgili en önemli gelişme, elbette ki Meclis-i Mebusan’ın toplanması ve Meşrutiyetin ilan edilmesidir. Osmanlı vatandaşları Meşrutiyetin ilanı ile ilk defa seçme-seçilme hakkı kazanmış, halk, padişahın yanında yönetime ortak olmuştur. Osmanlı’da mutlakıyetçi yapı sona ererek Meşrutiyetçi yönetim dönemi başlamıştır. Türk tarihinin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi ilan edilmiştir. Daha önce padişahın tek söz sahibi olduğu Mecliste halkı temsil eden Meclis-i Mebusan üyeleri söz sahibi olmuşlardır.
Uzun yüzyıldaki seçim ve temsil süreci, muhalefet, örgütlü muhalefet, temsili kurumlar, anayasal monarşi, iktidarın sınırlandırılması, parlamentonun açılması gibi fikirlerle yol almış, bu fikirler özellikle bürokrasi mensupları ile aydınlar tarafından dile getirilmiştir. Bunun bir sonucu olarak teşkil edilen ve 1877’de İstanbul‟da toplanan parlamento, Osmanlı ülkesinin dört bir yanından gelen değişik dil, din, mezhep, kültür ve bölgeye mensup yüz on beş mebusla siyasi hayatı renklendirmiştir. Böylece, yönetimde tek otorite ve karar organı Padişah’ın olduğu bir sistemde halka da söz hakkı veren yenilikçi bir yapı oluşturulmuştur. Aslında fikir hayatına getirilen her katkı devletin çöküşünün durdurulması çabalarıdır. Fikri her gelişme Osmanlı iktidarının geleceğini ve ilerideki siyasi örgütlenmeleri de derinden etkileyecek basamaklardır. Bu bakımdan on dokuzuncu yüzyılda Türk siyasi hayatında gözlemlenen siyasi gelişmelerin belki de en önemlisi temsil sisteminin yerleşmesi ve kurumsallaşmaya başlamasıdır.
Uzun yüzyılın bir diğer önemli gelişmesi devlet ve iktidara ilişkin düşüncelerin farklılaşması ve örgütlü muhalefet hareketlerinin ortaya çıkmasıdır. Osmanlı devlet eliti Avrupalı kurumların ve yapıların benimsenmesinin Osmanlı iktidarını ve toplumunu güçlendireceğine, mevcut sorunların çözümüne katkıda bulunacağına inanmıştır. Avrupa ve İstanbul’daki Batılı elçilikler bu görüşün benimsenmesinde etkili olmuşlardır. Meydana gelen her gelişme ve politika, izlenen yol ve yönteme inanmayan muhalefeti de kısa zamanda yaratmıştır.
Modern devletlerin en önemli özelliği olan anayasal devlet pratiğiyle Türk siyasi hayatı on dokuzuncu yüzyılda tanışmıştır. Devlet çatısının anayasa metni ile düzenlenmesi, iktidar organlarının yetki ve sorumluluklarının belirlenmesi, iktidarın kurumlar arasında paylaştırılması, halkın temel hak ve özgürlüklerinin belirtilmesi önemli bir gelişme olmuştur. On dokuzuncu yüzyılın en önemli özelliği bir yandan geleneksel kurumların yaşamaya devam etmeleri, diğer yandan ise modern kurum ve yapıların tesisine çalışılması sonucu idare ve siyasette ikili bir yapının ortaya çıkmış olmasıdır. Bu ikili yapı on dokuzuncu yüzyıl boyunca rekabet halinde bulunmuş ve rekabette yeni yapılar ve kurumlar kalıcı olmuşlardır. Yirminci yüzyıldaki siyasi, idari ve sosyal gelişmeler bir bakıma uzun yüzyıldaki yeniliklerin ve bu çerçevedeki düzenlemelerin doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Uzun yüzyıldaki düzenlemeleri ve süreçleri doğru kıymetlendirmeden günümüzdeki süreç ve gelişmeleri anlamak imkansızdır.