VALBUENA ALDI GÖTÜRDÜ
Futbolseverlerin gözlerinin pasını silmişti Fenerbahçe Saracoğlu’ndaki Kasımpaşa maçında. Eser
yoktu o Fenerbahçe’den Karabükspor maçının ilk yarısında. Kasımpaşa bırakın nefes almayı ayak ucuyla
bile gidememişti Fenerbahçe kalesine oyun başladığında. Belki de herkes sarı lacivertlilerin aynı şekilde
başlayacağını düşünmüştü ama Fenerbahçe önde baskı yapmayı beceremeyince, topu da ön tarafa
taşıyamadı haliyle.
Peki neden bu kadar kötülerdi? Dirar yürümeye bile üşendi mesela. Topal hem kayıptı orta sahada,
hem de geride stoperlerin arasına çok gömüldü. Üstüne Joseph de orta sahanın bir adım ilerisine dahi
geçemedi. Şener biraz kımıldadı ama o kadardı. İsmail ve Atıf fena halde dağınıklardı. Giuliano yine
kenarlarda fazlaca kaldı. Gol gelmeyince stres de haliyle en üst seviyeye yükseldi. İlk gol olduğunda
Volkan’ın çılgınca sevinci stresden olmalıydı. Aynı Volkan uzatmanın son saniyesinde Osman’ın vuruşunu
göğsüyle birleştirip son düdük sesini duyduğunda, “Ohhhh!” diyecekti. Devre biterken kaleyi bulan tek
şut yoktu. Sadece Soldado’nun avuta giden tek vuruşu vardı son saniyede. Aksine Poko, Yatabare, Barış
Başdaş’la tehlike yaratma gayretindeydi konuk takım. Oyunun şekli şemali Fenerbahçe’nin zirveye bir
adım daha yaklaşma şansını tehlikeye düşürecek cinstendi. Silkinmeleri gerekiyordu ikinci yarıda.
TOPAL’ladı AMA GOLÜNÜ DE ATTI
Elbette Kocaman bir sihirbaz değildi ama Antalya-Kasımpaşa- Bursaspor maçlarının kalitesini ortaya
koyamayan takımının üzerindeki ölü toprağı silkeleyip, oyuncularını kendine getirmeliydi. Bir kıvılcım
atmalıydı sahaya. Basit mantıkla forvet çiflenebilirdi ama bu yetmezdi. 2 santrafora dönse bile bu
nafileydi çünkü kenarlardan gelemiyor, göbekten delemiyordu takımı.
Çilingir Valbuena’ydı ancak feyk attı herkese Kocaman. Atıf ya da Dirar çıkar diye bekledi bir
çoklarımız. Hatta kesin Atıf dedi bazılarımız. Dirar berbat da oynasa ne de olsa dokunulmazdı. Sanırım
Şener’in sarısı olmasaydı Dirar ilk defa kement yiyecekti hocasından ama sarının kurbanı olmuştu
Özbayraklı.
Fransız sazı eline alınca işin rengi değişti. Pire gibi sola-sağa- ortaya-kenarlara sürekli gidip geldi.
Kendinde olan enerjisini arkadaşlarına verdi. Hepsine cesaret getirdi. Golden daha bir kaç dakika önce
verdiği kötü pasla seyircisinden gelen homurdanmalara maruz kalan Topal’ı alkışlayarak
morallendirmekle kalmadı gönderdiği muhteşem servisle Topal’a skoru değiştirtti. Topal son haftalardaki
form grafiğini oyun içinde düşürmesine rağmen harikulade bir gol attı. Morali yerine gelince oyununu da
toparladı.
POSTACI!
19 sene American Basketbol’una, NBA, damga vurmuştu Karl Malone. Uzun yıllar Utah Jazz’de
oynamış, son senesinde Los Angeles Lakers’da mücadele etmişti. Amerikan Basketbol tarihinin en önemli
power forward’larından birisiydi. Özetle, uzun forvetti. Pivota yardım eden, sadece pota altında değil dış
şutlarda da çok etkili olan, yüksek teknik-taktik donanıma sahip oyunculardan birisiydi Malone. Utah Jazz
döneminde kendisine yakıştırılan takma adı “The Mailman” yani “Postacı”ydı. Oyunun en sıkıştığı anlarda
ortaya çıkıp maçı çeviren bir oyuncuydu.
Karabükspor’a karşı Fenerbahçe’nin Postacısıydı Mathieu Valbuena. Postasını yerine tam
zamanında ulaştırdı. Gol attı, attırdı, maçı aldırdı. Önümüzdeki maçlarda defansif olarak da kendini
geliştirirse, dinlenme sırası Dirar’a geçer sanırım. Ligimize renk kattığın için Teşekkürler Postacı! Merci
Facteur!