VARLIK İMTİHANINI KAYBETTİK! (1)
Tarih ve güncel şahittir ki artık her kesime, her gruba, her düşünceye ve dahi her kuruma kene gibi yapışmış ahlaki zaaflarımız toplumu çürütüyor. Çünkü bu zaaflar gücü,parayı ve otoriteyi pompalıyarak hakkın gücünü değil, gücün hakkını önceliyor. Ama bu imitasyon güç sevdası ile semiren zihinler, sadece geçici dünya nimetini ve bu nimetlerin vazettiği malı,mülkü,parayı,makamı, şöhreti canına yük etmiyor; aynı zamanda bu toplumu bin küsur yıldır ayakta tutan; vazgeçilemez ve taviz verilemez ahlaki değerlerini de zehirleyerek geleceğin teminatı ve asıl sahibi olan gençlerimizin de “rol- model” hakkını da gaspediyor.
İşin, gençlik kısmındaki yansıması çok derin ve uzun bir konu olduğu için başka bir yazıya diyerek “neyi, nasıl zehirliyoruz” sorusuna cevap aramak istiyorum bu yazımda;Hepimizin kabul edeceği gibi yaşadığımız çağa uyum olarak nitelendirdiğimiz medeniyet dediğimiz kavram, merkezine insan ve kainatı alan kozmoloji düşüncesine dayanır. Bu kozmolojik tasavvurun merkezine köklerinizden gelen ve sizi besleyerek geleceğe taşıyan kültürünüzü, inancınızı, değerlerinizi, manevi dinamiklerinizi entegre edemezseniz, seküler (sadece dünya hayatına odaklı) bir anlayışa sahip olur ve ait olduğunuz dinamiklerinizin yaşam konforunuza fısıldadığı paylaşım, kardeşlik, birlik ruhunu yitirir; modernite hapishanesinin tutsağı olursunuz ki bu tutsaklık sayesinde de gözünüz, kendinizden başka hiçbir şeyi görmez.
Toplumun büyük kesimi tarafından eş anlamlı olduğuna inanılan ama içerdiği anlam itibariyle birbirinden farklı olan medeniyet ve uygarlık kavramları tam da burada devreye girer. Zira medeniyet, dikey eksende (Medine gibi bir çöl şehrinden inşa edilen bilincin yansımasında da gördüğümüz üzere) manevi bir bilinci bir inşa ederken; uygarlık yatay eksende maddesel bilinci yani dünyevi kavramları işaret eder.
Ancak dikey tasavvurun yani medeniyet inşasının en tehlikeli tarafı -tarihte de sıkça görüldüğü üzere- dinsel terminolojiyi kullanarak Allah’ın temsilciliğine soyunan ve onun insanlığa gönderdiği vahyi kendi tekeline alan kabile mantığıyla hareket eden sultanlıklara dönüşme riskidir ki bunu İslam tarihinde Kerbela ile noktalanan süreçte çok bariz okuyabiliyoruz.
Çünkü kutsallık atfedilen kavramlar ile putperestlik kavramı arasındaki ayrım; o kadar ince bir çizgide seyreder ki bu ölçünün ucu kaçtığında adalet, iyilik, paylaşım, doğruluk, merhamet için gelmiş vahyin soluğu, Allah’ın gölgesi sıfatıyla dolaşan zorbaların menfaatleri için bir araç haline gelir.
Yatay tasavvur dediğimiz uygarlıkta ise; Allah,din,ibadet gibi kavramlar ya da bu kavramların işaret ettiği değerler ya dışlanmış ve dünya düşüncesi hakim olmuş; ya da paranteze alınarak soyut bir kavram olarak, mistik bir anlayışla insanlara sunulmuştur. Yani realitede bir izdüşüm, hayatın akışında bir varlık göremezsiniz.Bu tasavvur sadece somut olan, elle tutulup gözle görülebilen maddi anlamda ilerlemenin sembolü haline geleceği için insan denen varlık bu sayede fıtratından, bu fıtrata kodlanan sevgi,merhamet, paylaşım ve adalet kavramlarından hızla uzaklaşarak kökleriyle bağını koparır.
Böyle bir anlayışta hemen tüm kutsallar; mistik kavramlara havale edilmiş, keramet ve insanüstü olarak nitelendirebileceğimiz olaylar gerçeklerin önüne geçmiş; rivayetler riayetlerin önün tıkamış; kutsallık gömleği giydirilen tüm kavramlar hayatın içinden alınarak belli zaman dilimlerine ve bonusu bol vakitlere havale edilmiş; hayatın içinde akması gereken ve topluma hayat vermesi gereken değerler ise bireysel konfor alanına indirgenmiştir.
İnsanı herşeyin merkezine alan ve ilahlaştıran paganizm; işte sözünü ettiğim bu tasavvurun çocuğudur. Deizm denen saçmalık bu algının baharı, ateizm yaz mevsimi, hiçcilik olarak anlatılan nihilizm ise bu algının sonbaharıdır.
Tüm bunlarla atılan tohumlar, toplumun hemen her kesiminde baş döndürücü bir hızla “ben” merkezi etrafında dönen ve yaşamı kendi Kabe’sini tavaf etmekten ibaret gören narsist kimliklerin inşasını sağlamaktadır. Zira atılan bu tohumlar sayesinde insan denen kavram artık fıtri ve ulvi melekelerinden yeterince uzaklaşmış ve gönderiliş gayesini ziyadesiyle unutmuş durumdadır.Gerçeklik kavramını sadece bu dünyaya indirgeyen bu anlayış, önce kültür emperyalizmi sayesinde asimile ederek toplumları kültürlerinden uzaklaştırır sonra elimine ederek kainatta kutsallar da dahil ne varsa kendisi dışındaki tüm olguları kendi kontrolüne alarak sömürge olarak kullanır.İşte bu yüzdendir ki hemen herşey bugün yoğun bir sis maskesi arkasında saklanıyor ve bizler sadece izin verildiği kadarını görebiliyoruz.Oysa ki kelimelerin gücünü kullanan ve bizim ait olduğumuz iddiası ile kıvrandığımız, ancak neredeyse son 400 yıldır bu ruhu yaşamak yerine dillendirdiğimiz vahiy medeniyeti; hem yatay hem de dikey boyutta bir gelişmeyi içerir ki ecdadımızın bin yıl boyunca dünyaya hükmetmesinin altında yatan asıl sebep de budur. Çünkü hem yatay hem de dikey boyutta bir gelişme, dünyayla birlikte ahiret inancını da işler ve karşınıza teşekkürü kuldan beklemek yerine takdir görecekleri o muhteşem günün temsilcileri çıkar.Bu sayede adım adım koşulsuz bir sevgi, katıksız bir merhamet ve amasız bir adaletle ilahi kodlamada “darüs-selam” diye tabir edilen bu dünya cenneti inşa edilir. Ama bu dünyada dil, din, ırk, renk, cinsiyet ayrımı yoktur ve cennet denen şey koşulsuz sevginin bir ödülü olarak ötekiye rağmen değil, öteki ile birlikte inşa edilir. Aslında pek çoğumuzun bildiği ama belki de zihinsel konforunu bozmamak adına ötelediği bu açıklamalar ışığında günümüz dünyasına bakarak iman iddiasındaki bizlerin varlık imtihanını nasıl kaybettiğini; dikey ve yatay boyutta bir gelişmenin takipçisi olup hem dünyayı hem ukbayı inşa etmek yerine sadece dikey inşanın peşine düşerek yatay inşayı nasıl ihmal ettiğimizi ve sorumluluklarımızın ihmali sahiplik iddiamızın bizi hangi mecralara sürüklediğini hep beraber irdeleyelim;Teknolojinin sınır tanımaz “yükselişi” ve önlenemez “tüketim maddesi” olarak kullanılmaya başlanması ile birlikte meydana gelen bir yarış ve koşturma bireylerin bilgiye çok kolay ulaşmasını sağlayacak imkânlar oluşturdu ve otuzbeş yaş üstü bireylerin tozlu kütüphane raflarında karıştırdıkları kalın kitapların içinde aradığı bilgi, “diploma mühründen kurtulup” serbest dolaşım hakkını elde etti. Devam edecek