VARLIK İMTİHANINI KAYBETTİK! (3)
Zira bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi giyinmeyen, bizim istediğimiz gibi davranmayan kişi sevgimizin “koşulsuzluğundan”, merhametimizin “katıksızlığından”, adalet anlayışımızın “amasızlığından” faydalanamıyor. Çünkü biz, sevgimizi de, merhametimiz de, adaletimizi de sadece “bizden” olanlara besliyoruz.
Sadece “biz” odaklı beslediğimiz sevgi,merhemet ve adalet ise doğal olarak “öteki” kavramını yaratıyor ve biz kendimizi kendi ellerimizle yarattığımız bu “öteki” üzerinden tarif ediyor; kendimizi onun beşeriyetinden kaynaklı olası kusur, yanlış, hata ve eksikleri üzerinden aziz ilan ediyor, imkan ve fırsat bulduğumuz taktirde “ötekiyi” al aşağı etmek için hiçbir kutsal tanımadan elimizden geleni yapıyoruz.
Bu davranış biçimi, sadece sevginin “koşulsuzluk”, merhametin “katıksızlık”, adaletin ise “amasızlık” ilkelerinin katline sebep olmuyor aynı zamanda topluma kısa sürede fesat ağaçlarına dönüşen fitne tohumları da ekilmesine sebep oluyor ve toplum bütünleşmek yerine ayrıştıça ayrışıyor.
Peki “koşulsuzluk” sıfatını yitiren sevgimiz, “katıksızlık” özelliğini yitiren merhametimiz, “amasızlık” vasfını yitiren adaletimiz sadece bu kadar mı hasar verdi? Bence hayır!
Sanırım yazmıştım; ama “hatırlatmak fayda verir” ilahi ikazınca yineleyelim;
Ehliyetsiz kişileri bizim doğrumuzun savunuculuğunu yapıyor diye sevmeye başladık, liyakatli adamlara bizim yanlışımızı eleştiriyor diye sövmek böylelikle normalleşti. Eleştirdiği için yerinden edilen ehil insanların boşluğunu da methettiği için ‘layık’ ilan edilen ‘ehliyetsizler’ doldurdu. Ehliyet ve liyakatin ölçüsü, işi yapabilme hususundaki kabiliyetiniz değil, işi elde edebilmek için eğilebilme potansiyeliniz oldu.
“Liyakat değil sadakat” ile başlayan bu hikâyemizde; ehliyetsizlere bizim derdimizin amigoluğunu yapıyor diye “iyi” dedik, ehillere bizim davamızın sloganını atmaktan imtina ediyor diye “kötü” dedik, bir de baktık ki ortada ne doğrudan eser kalmış ne güzelden bir haber! Öyle ya, menfaati için eğilmeyi maharet sananların insanlık davası için dik durmasını bekleyebilir misiniz?
Liyakat olmayınca emanet kayboldu, emanet yitince de adaletin yerinde yeller esmeye başladı.
Bakın halimize bugün; öyle bir hal aldık ki; kimsenin tefekküre, tenkide, ilme, hakikate tahammülü yok artık.
Soru belli ve tek:
Sen kimden yanasın? Bu kadar!
Bu fikriyat sabit olduğu için de, cenneti inşa edecek, yaşadığı çağa ayak uydurmak yerine çağı kendine ve değerlerine uyduracak dertlilere değil, sloganımızı atacak amigolara ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü bilgi gayret istiyor, tefekkür ıstırapla oluşuyor, hakikat bedelsiz ele geçmiyor, derdi yüreğine yük etmek ise nasip meselesi.
Bugünkü toplumsal kavgamızın sebebi tam da bu işte!
Çünkü, fikrimiz yok; zira bilgimiz yok. Malumat da yetecek, ama o da yok.
Söylenene dair malumatımız bile olmayınca geriye bir tek şey kalıyor: “sözü söyleyene duyduğumuz sevgi yahut nefret.”
İşte bu yüzdendir ki bugün duygusu bizi tatmin ettiği için ihtiyaç duymadığımız basit bilgi kırıntılarının, sahte aidiyetlerin içinde ömür tüketiyoruz!
Farkettiniz mi iman etmenin önemli bir şartı olarak önümüze konan “koşulsuz sevginin” , ilk harfinden son harfine “katıksız merhameti” işaret eden ilahi kodlamanın, “ben adilim siz de aranızda adaletle hükmedin” diyen kudretin bizim gaflet ve delaletimiz ile bize neleri verip, aramızdan neleri aldığını?
Eşzamanlı olarak sürdürmemiz gereken uygarlık ve medeniyet çizgilerindeki sapma(lar)mızın geleceğimizin teminatı ve yarınımızın asıl sahibi olan gençlerimiz üzerindeki bıraktığı hasarı ise hayal ve düşünce dünyanıza bırakıyorum!
Farkı fark edebilme ve bu derdi yüreğimize yük edebilme temennisiyle!
(Bitti)