MEHMET ERDUĞAN

MEHMET ERDUĞAN

Vizyonda bu hafta (Eve Dönüş-Ben İs Back )

Gün geçmiyor ki Türkiye gündeminde şaşırtan bir şeyle karşılaşmayalım. Misal; iki gün önce muhalefet partisinin önerdiği “Uyuşturucu İle Mücadele” adlı komisyon önerisi Cumhur İttifakı oluşumuyla siyaset yapan iktidar partisi ve onun destekçi kanadı üyelerinin oylarıyla rededildi. Gerekçe ise bu faaliyetlerin Sosyal Hizmetler komisyonunda zaten yürütüldüğü ve yeni komisyona gerek olmaması. Akabinde “uyuşturucu komisyonu diyerek, uyuşturucuya özendiriyorlar” teziyle bu red kararı savunuldu. Yeri geldiğinde “yetmez ama evet!” diyen bu üyeler nedense böylesi önemli bir toplumsal sorunla mücadele girişimine “mevcut oluşumlar yeterlidir, hayır!” demeyi daha uygun buldu. Üstelik BM’in 2018 Dünya Uyuşturucu Raporu’nda uyuşturucu trafiği açısından en tehlikeli bölgelerin başında maalesef Türkiye’nin geldiği bilgisinin altı çizilirken…
2018 verilerine göre dünya üzerinde 31 milyon uyuşturucu bağımlısı var. Dolayısıyla devlet, kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları, emniyet ve ailelerin topyekün mücadelesi olsa da yeterli midir, hayır.

Sosyal sorumluluk projesi gibi filmler

Türk sineması bu gibi konulara çok eğilmese de dünya sinemasında çokça örneğini gördüğümüz, uyuşturucu kullanımının kişide fizyolojik, psikolojik ve sosyal anlamda ciddi yıkımlar meydana getirdiği konusunda farkındalık sağlayan hikayeleri beyazperdede seyredince “bu filmler uyuşturucuya özendiriyor” diyebilir miyiz sizce? Aksine bu tür filmlerin her biri esasında sosyal sorumluluk projesi gibi seyircinin farkındalığını artıran yapımlar değil midir?

Bir eve dönüş hikayesi
Bugün vizyona giren, Julia Roberts ve Lucas Hedges’in başrollerini paylaştığı “Ben Is Back” gündem nedeniyle bu hafta ilgiyi ayrıca hak ediyor. Madde bağımlısı bir gencin Noel arifesinde ansızın ailesinin evine dönmesiyle birlikte gelişenleri konu edinen film eleştirmenlerce Peter Hedges kariyerinin en iyi filmi olarak nitelendiriliyor. Ve Amerika’da devam eden opiat bağımlılığına dikkat çekiyor.
Her ne kadar seyirci olarak onu çoğunlukla Pretty Woman, My Best Friend's Wedding ve Notting Hill gibi romantik komedi filmleri ile özdeşleştiriyor olsak da bundan sonraki rol seçimlerinde bu türden uzaklaşacağını söyleyen Julia Roberts güçlü performansıyla doğrusu filmi klişe bir B sınıfı aksiyon filmi olmaktan kurtarıyor. Filmin Noel arifesinde geçmesi, Ben’in beklenmedik bir şekilde eve dönmesi ilk anda sıradan bir komedi ya da slasher filmi intibası uyandırsa da özellikle ikinci yarısından sonra film insanı karanlık bir aile melodramının içinde sürüklüyor.
Rehabilitasyondan çıkmasına izin verildiğini iddia ederek Noel’de ailesinin yanına dönen Ben annesini mutlu etse de Holly uyuşturucu bağımlısı oğlunun kendisini kontrol edebileceğine dair şüphelerini saklayamıyor. Oğlunun iyileştiğine inanmak isteyen Holly rahatlamış ve misafirperverdir ancak bir taraftan da onun temiz kalmasına karşı dikkatli davranması gerektiğini düşünüyor. Neredeyse düşmanca davranan üvey baba ve abisine güvenmediğini açıkça belli eden kız kardeş ise Ben’in uyuşturucuyla ilgili davranışlarının neden olduğu geçmiş tecrübelerinden dolayı bu dönüşün doğru olmadığına inanıyor.

Aile ve uyuşturucu bağımlılığı ile ilgili bir dram
Bir ailenin çalkantılı geçen 24 saatini kadrajına alan Peter Hedges’in aile, umut, güven, şüphe, bağlılık ve cesaret konusunda bolca malzemesi olan ve zekice yazılmış hikayesinin tadını çıkartmak istercesine işleri biraz karıştırdığı, seyirciyi şaşırtmaya çalıştığını film boyunca görmek mümkün. Filmin genel olarak yumuşak bir anlatımı var ama yine de Ben’in sürekli değişen perspektifinde olacakları kestirememenin verdiği gerilim hissediliyor.
Yönetmenin aynı zamanda oğlu olan Lucas Hedges’in hayat verdiği Ben karakterini tahlil etmek gerekirse; o çekici, hassas ve iyi bir insandır, ama aynı zamanda kötü niyetli, aldatıcı ve yıkıcı tarafları da yok değildir. Diğer aile üyeleri onu sevdikleri kadar nefret ediyorlar ve ona acıdıkları kadar onu suçluyorlar. Onları daha önce hayal kırıklığına uğrattığı için yeniden yapmasını bekliyorlar. Ona güvenme ve güvenmeme noktasında bir ikilemin var olduğu ortamda Ben’in kendisine veya ona en yakın olanların hayatlarına daha fazla zarar vermesi ihtimalini beklemek, gerilimi gittikçe yükseltiyor. Ben’in böylesi bir ortamda ne zaman samimi olduğunu ve ailesinin güvenini ne zaman sömürdüğünü anlayabilmek de pek mümkün olmuyor. Ama o aynı zamanda, gerçekten bir kurban. Merak, sınırlarını aşma çabası, özenti, duygusal boşluk içerisinde bilerek ve isteyerek bu durumun içine düşmüş değil. Bir spor yaralanmasını tedavi amacıyla doktorunun zararsız olduğunu iddia ettiği ağrı kesicileri kullanmasıyla bağımlılığı başlıyor.

Bir annenin sevgisi, en güçlü sevgidir
Bağımlılık ve rehabilitasyon filmin ana odak noktası olsa da, filmin insan ilişkilerini deştiği, çok çekişmeli anları da var. Mesela; Neal Beeby “eğer siyah olsaydın şimdiye kadar hapiste olurdun” derken bir toplumdaki çifte standarta dikkat çekmekten çok Ben'in karısının dikkatini çalma şeklini, bir annenin oğluna karşı hissettiği koşulsuz sevgiyi kıskandığı düşünülebilir. Oğluna güvenmekle sorumluluk almak istemek arasında ikna edici bir performans sergileyen Holly Burns’un göz hapsini Ben “aşağılayıcı” bir tavır olarak algılarken bir taraf bu kontrolü “aşk” olarak tanımlıyor.
Ben Is Back, bir hırsızlık olayını çözmenin yanı sıra geçmişin en derin bölgelerinde tehlikeli bir yolculuğa dönüşen, anne-oğul arasındaki sınırlamaları aşmaya çalışan bir soruşturma süreciyle seyircinin karşısına çıkıyor.
 
<