YABANCILARIN OSMANLI KÜLTÜR ÇEVRESİNE GİRİŞİ
Osmanlı devletinde İran ve Avusturya sınırında her iki tarafa da ait olmayan geçiş bölgeleri vardı diyor Suraiya Faroqhi. Buradan iki yöne doğru da sık sık geçişler yaşanıyordu. 16. Yüzyıldaki Osmanlı- Safevi çatışması sırasında İranlı Sunni ulemadan ülkeye gelenler olmuş ve bunlardan bazıları Osmanlı yönetiminde önemli yerlere yükselmeyi başarmışlardı.
Bu potansiyel rakiplerin ortaya çıkmasına pek de iyi gözle bakmayan tarihçi Mustafa Ali sarayın, yabancıları kullanırken seçici davranması gerektiği düşüncesindeydi. İranlı askerlerin ve bürokratların Osmanlı devlet aygıtına girmesini kapıkullarının işbirliği ve özellikle de padişaha bağlılıkları açısından potansiyel bir tehlike olarak görüyordu.
Avusturya sınırına gelince, Osmanlıların o bölgeden aldıkları tutsaklar Müslüman olmadıkları için İranlıların aksine köle yapılabiliyor veya hizmetkar olarak kullanılabiliyordu. Başarıyla dönülen seferler sonrası bu kölelerin sayısı artıyor bu yüzden fiyatları ucuzluyordu. Akrabaları kendileri için özel bir para ödemedikçe tutsağın Osmanlı topraklarından ayrılması da zordu çünkü devlet kaçan kölelerin yakalanması için maaşları epey yüksek özel bir birlik oluşturmuştu.
Pek çok köle geri dönemeyeceğini kabul ederek kendine yaşanılabilecek bir dünya kurmaya çalışır. Ama bunun için sahibinin güvenini kazanması ya da onu daha ılımlı bir efendiye satması için ikna etmesi gerekir. Ya da 15. Veya 16. Yüzyıllarda Bursa’da görüldüğü gibi bazı tüccarlar kölelerine belli bir miktar kumaşı dokumaları karşısında kölelikten azad edecekleri sözü verdikleri de oluyordu. Bu sözler tanıklar önünde verildiğinden bağlayıcıydı. Ya da efendileri, kendileri ölünce kölelerin özgür olacağına dair söz verirlerdi ve bu söz de bağlayıcıydı.
Özetle, kölelik kölelerin hayatının belirli bir kısmını kapsamaktaydı. Ancak yine de kölelerin kaderleri efendilerinin huyuna ve niyetine bağlıydı.