Yalancının Mumu… (1)
Yalan ve abartı hepimizin hayatında vardır. Kim “ben yalan söylemiyorum, söylemedim” derse, yalandır. Fakat hiç aşağıda anlattığım gibi, bir yalana rastlamadım dersem, inanın. Okuyunca, bana hak verirsiniz inşallah.
Parlamentoda bir milletvekili, kendi partisinin bakanı için soruşturma önergesi verir, bu önergede bakanı yolsuzlukla suçlar ve yüce divanda yargılanmasını talep eder.
Suçlanan Bakan kendini savunmak için kürsüye çıkar.
“Bu milletvekilinin hakkımdaki ilk ithamı değildir. Yaşamı boyunca bana hırsızlıktan, beyaz kadın ticaretine, uyuşturucu kaçakçılığından, sahte döviz basmaya kadar her türlü suçu ve lekeyi üstüme attı. Ancak ben bütün bu davalardan aklandım.
Değerli Milletvekilleri,
Bunun sebebi ne biliyor musunuz? Çünkü gençliğimde 2 yıl beraber olduğum bir kadınla, daha sonra bu sayın milletvekili evlendi. Beni bir türlü hazmedemiyor, bana çamur atıyor. Bunun için Yüce Divan’a sevk talebimin reddini istiyorum” der.
Bu sırada önergeyi veren milletvekili ayağa kalkar ve söz ister.
Başkan ve diğer üyeler tepki gösterip;
“Karınla ilgili meseleyi evinde hallet. Yüce Meclise taşıma” gibilerinden bu isteği sertçe reddederler.
Sonuçta oturum biter, dışarı çıkarlarken kendi partisinden bir milletvekili, soruşturmayı isteyen arkadaşına yaklaşıp sorar.
“Yahu bu kadar herşey aleyhine giderken söz istedin. Kürsüde ne söyleyecektin merak ettim.” deyince adam yanıt verir;
“Ben hayatımda hiç evlenmedim ki...”
Disraeli: “3 çeşit yalan vardır. Gerçek yalan, beyaz yalan ve de istatistikler.” demiş.
Beyaz yalan; ismi gibi kişiyi veya kişilere kara sürmeden söylenebilen yalan.
Örnek vereyim:
Ünlü sanatkâr Orson Wells, kadınlar derneği üyelerine hitap ederken, dinleyiciler salondan erken çıkmasınlar diye şunları söyledi:
“Dışarıda koridorda bir kadın, aranızdaki bir hanımın kendisine üçyüz dolar çamaşır yıkama borcu olduğunu söylüyor. Kadın, kimseyi mahçup etmemek için, borçlu hanımın adını vermedi. Sadece, o kimsenin borcunu ödemesi için yarım saat bekleyeceğini söyledi. Şimdi, önümüzdeki yarım saat içinde bu salonu hangi hanım terkederse, çamaşırcıya üç-yüz dolar kimin borcu olduğunu da öğreneceğiz.”
Bütçede “açık” oldu mu? Hükümetin yalanı hazır, bütçede “fark”!.. Fiyatlara “zam” yapılır, yapılmaz, yalan yine hazır “ayarlama”!.. Ülke “geri kalmış”sa, o yalan da hazır, neresi “geri kalmış” efendim, “gelişmiş”!..
Evliya Çelebi; I. Murad’ın Haçlılarla olan savaşını anlatırken; “Mızraklar o kadar sık idi ki, yel esse geçmezdi. Atlar o kadar sıktı ki, sel aksa ayaklarından geçmezdi.” diyor.
Bitlis’i anlatırken ise, hepimizden baskın çıkıyor, ve “Şehir o kadar tepelik, dağlık ki, bana ikram ettikleri kahveyi içtikten sonra fincanı koyacak düz yer bulamadım.” diyor.
Bu kadar da tumturaklısını hiç duymamıştım !..
Gelelim papaz efendinin yalandan düştüğü hallere !..
Papaz yıllarca kasabada saygınlık uyandırmış, şerefli namuslu bir adam. Kasabaya yeni yerleşen bir kız 3 ay sonra ‘Papaz beni iğfal etti” diye iftira atar. Papaz “bu yalana inanmayın” der ama ne çare bir kez kız çamur attı ya, kasabalı papaza şüpheli gözlerle bakar. Papazın son ümidi Allah’a yalvarmak. Kilisede derdini anlatır, “Yüce Tanrım biliyorsun bu büyük yalan, ne olur sen bana yardım et.” Bu sırada arkadan bir ses gelir. “Papaz efendi, papaz efendi. Bundan 2000 yıl önce Meryem diye bir kadın, benden hamile kaldığını söyledi, iftira attı. Ben bu yalanı asırlardır silemedim, seninkini nasıl sileyim.”
(Devam edecek)