NURAY ÇAĞLAR

NURAY ÇAĞLAR

Yalancının Mumu… (4)

Tesadüf bu ya, o günlerde Nejat Muallimoğlu’nun o mükemmel kitaplarını basıp dağıtan bir Babıâli efendisi rahmetli Ata Avcıol, elinde minik bir kitapla çıkagelmiş ve bana “Abla, bak bu kitabı benim yeğenim Buket Erener yazdı. Beğeneceğini sanıyorum, okur musun?” demişti. 

“Rasputin’i Ben Öldürdüm” adlı kitabı okurken, içindeki ilginç olaylar beni bir hayli etkilemiş ve her zaman yaptığım gibi ilginç sayfaları kırmızı kalemle işaretlemiştim. İşareti yalnız sayfaya değil, beynime de koymuştum. 

Buket’in, Hasan Pulur’un 1973 yılında yazdığı bir yazıdan aldığı bu hikayeyi, bıçkın şoföre anlatmanın şimdi tam sırasıydı.

- Bak güzel çocuğum sana bir hikaye anlatayım da, düşün taşın ibret al. Hayatın sürprizlerine hazır ol.

dedim ve başladım anlatmaya;

“Ailenin kızı İngiltere’de okumaktadır. Liseyi bitirdikten sonra Londra’ya giden kızdan uzun süreden beri mektup gelmez. 

Ana-baba merak içindedirler. Ne olmuştur kızlarına? 

Şimdiye kadar mektuplarını aksatmamıştır. Akıllarına bin tane kötü ihtimal gelir. Onlar böyle kara kara düşünürlerken kapı çalınır:

“Postacı!”

Sesi duyan kapıya koşar. Evet, kızlarından mektup gelmiştir.

Baba heyecanla, elleri titreyerek zarfı açar ve mektubu yüksek sesle okumaya başlar:

“Sevgili anneciğim ve babacığım,

Size uzun zamandan beri mektup yazamamanın üzüntüsü içindeyim. Beni affedeceğinizi ümit ederim. Çünkü son mektubumdan bu yana özel hayatımda bir hayli değişiklik oldu.”

Odada sinek uçsa kanadının sesi duyulacaktır. Herkes nefesini kesmiş babanın okuduğu mektubu dinlemektedir:

“Evet, gerçekten özel hayatımda çok büyük bir değişiklik oldu. Bizim üniversiteden Hintli bir çocukla tanıştım ve kısa zamanda evlenmeye karar verdik.”

Odada buz gibi soğuk bir hava esmektedir. Baba mektuba devam eder:

“Fakat evlenmeden önce hamile kaldım. Önümüzdeki aylarda bir çocuk beklemekteyiz.”

Babanın yüzü kıpkırmızı olur, anne sararır, büyükanne oflamaya poflamaya başlar:

“Kocamı seveceğinizi tahmin ediyorum. Her haliyle iyi bir insan. Fakat sizin hoş karşılamayacağınız bir alışkanlığı var: Esrar içiyor.”

Baba bir an durur, yutkunur:

“Fakat esrar içmek sandığınız kadar kötü bir alışkanlık değil. Ben de alıştım. Esrar içmeden duramıyorum.”

Mektubun burasında anne ile büyükanne feryadı basarlar. Babanın elleri titremektedir:

“İkimiz de sabahtan akşama kadar esrar içip güneşli havalarda parklarda yatıyoruz. Geceleri de nerede sızarsak orada kalıyoruz. Para vaziyetimiz çok kötü. 

Ama buna rağmen mutluyuz. 

Çok sıkışınca oradan buradan bir şeyler çalıyoruz. Daha polis bizi yakalayamadı.”

Aile perişandır. Mektup bir felaket dumanı gibi ailenin üzerine çökmüştür.

“Önümüzdeki günlerde hippilerle birlikte Afganistan’a kadar uzanan bir geziye çıkacağız. 

Oraların esrarı çok güzel oluyormuş. Doğumu yolda yapacağımı sanıyorum. Belki İstanbul’a gelince sizi görürüz. Biz Sultanahmet’te kalacağız. Eğer bize birkaç kilo esrar bulursanız memnun oluruz.

Şimdilik elveda!”

Baba mektubu fırlatıp atar.

Anneanne bir köşede fenalık geçirmekte, anne hıçkıra hıçkıra ağlamakta, baba ise hırsından odayı arşınlamaktadır.

Mektubu başından beri sessizce dinleyen küçük oğlan yerinden kalkar ve yerdeki mektubu alır, şöyle bir baktıktan sonra babasına uzatır:

“Baba, bak ablam, lütfen sayfayı çeviriniz, demiş, çevir de oku bakalım.”

Baba mektubu alır ve arka sayfayı çevirir:

“Bütün bu yazdıklarım yalan, ben sınıfta kaldım!”

Odanın içi birden bayram yerine döner. Önüne gelen birbirlerine sarılmakta ve kızlarının sınıfta kalışını kutlamaktadır.

Demek, sonuçta yalandan kimse ölmediği gibi, “ölümü gören, hastalığa razı olur” atasözümüzü de doğrulayan bu olay, bizim şoförün sesini soluğunu kesiverdi.

(Bitti)

<