YALOVA DEPREMİNDEN ANILARIMDA KALAN
Belki de okurlarım yazımın başlığını okuyunca, “Osman Güvenir de mi deprem
mağdurudur?” diyeceklerdir.
Gerçekçi olmak gerekirse anılarımda kalan bir konuyu düşününce, “Herhalde Allah’ın
sevgili kuluymuşuz ki, bu depremde bulunmadım ve orada evim de olmadı” diyorum.
Mesela Yalova ve Gölcük’te 17 Ağustos 1999 tarihinde 7.4 büyüklüğündeki deprem,
sabahın 03’ünde meydana geldi ve insanları ölümle buluşturdu. O geceyi sabaha bağlayan
gece ise, ben de eşimle feribotla Anamur’dan Kıbrıs’a dönüyorduk.
Binlerce insan kağıt gibi binaların altında kaldı. Kurtulan kurtuldu, kurtulamayanlar
beton yığınları altında can verdi. Ne hazin manzaraydı onlar...
O depremin üzerinden tamı tamına 18 koca yıl geçti ama acıları hiç silinmedi. Şimdi de
ders almak adına bölge valisi, belediyeler ve Başbakan olmak üzere pek çok insan, depremle
ilgili resimleri izliyorlar, ölenler adına yapılan anıtın altına karanfiller bırakıyorlar.
Merhum Profesör Işıkara’nın sözleri hala kulaklarımdadır.
“Yalova ve o bölge, tam da fay hattının üzerindedir. Deniz koca apartmanları yuttu.
Bundan sonra meydana gelecek depremler için hazırlıklı olmalıyız.”
Şimdi ise Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü
Müdürü Prof. Halûk Özener halkı ve ilgilileri uyarıyor. Bakınız ne diyor Özener:
“Bütün bilim adamları aslında şunu kabul etmiş durumda: Marmara’da yakın bir
gelecekte, tarih veremiyoruz, ama 7’nin üzerinde deprem olacağı açık. Bu tek parçalı bir
kırık olabilir ki, ya da üç parçalı kırık olabilir ama, Marmara’da bir deprem olacağı
gerçeğini hiçbir zaman değiştirmez.”
Gördünüz mü? Bir gün geçmişteki Yalova depremi gibi yine Marmara bölgesindekinin
benzeri olabilir diyor Prof. Özener.
O depremden gerçekten ders aldık mı? Üç kağıtçı müteahhitlerin yapmış olduğu
“kağıt binaları” kontrol eden var mı? Şayet müteahhitler mimari ve inşa açısından mutlaka
kontrol edilmezde, Türkiye yine o gerçekle yüzyüze gelecek ve Özener’in söyledikleri de
kitaplarda kalacak.
Şimdi şu Yalova depremi ile ilgili anımı nakledeyim sizlere...
İkinci Dünya Savaşı sonrasında veya öncesinde bazı Kıbrıslılar burs kazanarak ortaokul
ve liseyi burslu olarak Türkiye okullarında okuyorlardı. Sonra da üniversiteye gittiler. Gidiş o
gidiş. Orada kalıp hayatlarını kurdular. Büyük iş adamları oldular. O Kıbrıslı büyük iş
adamlarından birisi de iş adamı ve büyük arazi sahibi müteahhit Hüseyin Asova idi. Hüseyin
Asova, Güzelyur’ta hırdavatçılık yapan merhum Hasan Asova’nın kardeşiydi.
Benim Güzelyurt’taki İskan Kaza Müdürlüğüm esnasında en yakın dost olduğum, mesai
aralarında ofisinde kahve içip sohbet ettiğim kadim dostumdu Hasan Asova. Bir gün kendisi
ile sohbet ederken bana bir öneride bulunmuştu.
“Yahu Osman Bey, bizim birader Hüseyin Asova Yalova’da şahane apartmanlar
yapıyor, denize nazır. Şayet bir yazlık düşünürsen, sana o dairelerden almanı tavsiye
ederim. Kardeşim bugünlerde gelince detaylı konuşursunuz.”
Ben de kendisine “Bir yazlık ev düşünüyoruz ama Türkiye’yi hiç düşünmedim” dedim.
Hüseyin Asova çok mükemmel ve saygın bir insandı. Kardeşi bu fikri kendisine
nakledince şöyle demişti:
“Osman Bey, gel seninle bizim apartmanda karşılıklı dairelerde komşu olalım. Ben
senin gibi efendi bir insan istiyorum karşımda. Hem Kıbrıs’ı da bol bol konuşuruz. Ayrıca
sana hem özel bir fiyat uygulayacak, hem de çok büyük ödeme kolaylığı yapacağım.”
2
Hiç de fena fikir değildi. Bana Yalova’dan resimler göstermiş, projelerini de masaya
yaymıştı. Gerçekten şahane bir yerdeydi inşaatı.
Meğer Hüseyin Asova o araziyi takriben kırk veya daha önce bir zaman diliminde almış
ve öylece bırakmış, bir gün değer kazanır diye...
“Hele bir düşüneyim dedim” kendisine.
Bu konuyu enine boyuna eşimle tartıştığımda şu görüşe varmıştık:
“Gerçekten cazip bir teklif ama, yılda kaç kez gidip o evde tatil yapacağız? Belki
senede bir ay veya daha az bir zaman. O halde en makulu Kıbrıs’tan bir yazlık almak.”
Neticede Hüseyin Asova’nın dairesini almamıştık. Hüseyin Asova çok üzülmüştü. Tabii
ki o görüşmenin üzerinden hayli uzun bir zaman geçmişti.
Bizim Kıbrıslılardan bir süre önce vefat eden Saffet Anibal’ın da Yalova’da bir yazlığı
olduğunu biliyordum. Deprem sonrasında Saffet Anibal’a sordum.
“Geçmiş olsun, ölebilirdiniz” dediğimde, “Evet çok şanslıydık. Mesela bizim daire
üçüncü kattaydı. Deprem olduğunda bizim altımızdaki iki kat, beton plaklar halinde
üstüste dizildi ve pek çok apartman sakini öldü. Biz ise deprem sabahında kendimizi
zeminde bulduk” demişti Anibal.
Yani siz anlayın işin ne kadar hazin ve acı verici olduğunu.
Bizim meseleye gelince...
Yalova depremi olduğunda ilk aklıma gelen kişi Hüseyin Asova olmuştu. Kardeşi Hasan
Asova’ya sormuştum:
“Hüseyin Beyin inşaatı ne oldu? İnşallah zarar görmemiştir. Kendisi iyi mi?”
Hasan Asova bana şöyle demişti:
“Osman Bey, kardeşimle eşi, kendi yaptığı inşaatın beton plakaları arasında can
verdi” dedi.
O haberi duyunca gerçekten çok üzülmüştüm. Tabii ki üzüntümle beraber bir de
kurtuluş sevincim vardı.
Demek öldürmeyen Allah öldürmezmiş. Depremin meydana geldiği mevsim yazdı.
Belki de biz de o dönemde yazlığımıza gidecek ve o beton plakaları arasında can verecektik.
Nedense Yalova depremi sözü geçince hep o anım ve acılarım gelir aklıma. Ne kadar
ürkütücü ve ne kadar iz bırakıcı bir anı, değil mi?
Yani Yalova depremi dostlarım....