YAŞAMIN EN SON SINIRI..
Türkiye’nin düşünce sahiplerini, kültürel elçilerini, devlet çarkını çeviren bürokratlarını, parlamenterlerini, politikacılarını, sokaktaki vatandaşlarını, aklınızdan geçirmekte gecikmeyiniz. İşin tam da bu noktasındayız. Fırtınanın ortasında savrulan şeyleri pek fark edemezsiniz. Rüzgar, kasırga, her neyse, kabuğuna çekildiğinde, asıl yıkım da bundan sonra görülebilir, izlenebilir.
Toplumun hangi ucunda olursanız olun, siz kendinizi zirve bir yere taşıyınız. Seçeneğiniz, en üst bir yaş basamağı olsun. Örneğin, olaylara yüz yaşın gözüyle bakınız. İlk bakışta, bu öneri biraz tuhaf gelecektir ama sorunları inceleme tarzınızın bir ölçüsü olacaktır. Yaşamın en son sınırı yüz yaşına erişenlerin edindikleri tecrübeler, alt yaşlarındakilerin hayata tutunmalarının temeli olacaktır. Dolambaçlı yollarda dolaşanlar sizden kılavuzluk öğrenecektir. Tek kelimeyle, gençlik yıllarınızdan itibaren düştüğünüz hatalardan ders çıkarmanın avantajını nasipleneceklerdir.
İnsan duygularını , sezgilerini araştıranlar; bir ömür sürecinde, aptallık konumuna düşünlerin envanterlerin şu sonuçlara ulaşmışlardır:
Aptallık parayla, pulla satın alınmaz. Olumsuz duyguların genel inanışı tersine çevirmesiyle “mantar tarlası” gibi ortaya çıkar. İyi seçici olamazsanız, mantarın zehirlisini tadarsınız. Temel hedef olarak her süreci, her defasında akıllıca değerlendirin. Bulunduğunuz zamanı yüz yıl ileriye çekin. Kendinize:
“Yüz yaşına gelmiş olsaydım.” diyerek gençlikteki hatalarınızı nasıl gördüğünüzü sorun. Belki düşünce kapasiteniz o yaşlarda yavaşlayacaktır ama, unutmayın ki, geçmiş hiçbir vakit gözünüzden silinmeyecektir.
Toplumlarda düzen arayışları sağlıklı kurallarla belirginleşir.
Her şeyi gerçekçi gözüyle gördüğünü sanan insanlar, yaşamlarını analiz etmesini beceremezlerse, “boşa akıp giden bir hayatın” kurbanı olurlar. Yaşamın doğal akışının ileri geri, iyi ve kötü ayrımına sahip olabilirseniz, başkalarının yanılgılarına kapılmazsınız. Bunun için önce bulunduğunuz zamanı yüz yaşın tecrübesine naklederek, sonradan pişman oldukları şeylere dizlerini dövenlerin durumuna düşmeyin.
Elli yıl önce de çiftçinin yüzünü güldürmek için kollarını sıvayan ne çok ekonomistler gördük. Şimdi, neler oluyor? Küresel ısınmalardan, su kaynaklarının kuruyacağından bahseden yeni beyinler ortada dolaşıyor.. Yıllar öncede çarşılar, pazarlar vardı. Fiyatlar gene dans ederdi. Sadece şarkıların sözü değişti, beste, makam aynı kaldı. Nihavent’ten hüzzam’a geçilmişse ne fark eder? Su kaynaklarımızı akıllıca kullanmayı, aşırı tüketime karşı, ayaklarımızı “yorgana” göre uzatmayı, toprağı, tarlayı, merayı uzun vadeli programa hazırlamayı, besi hayvancılığını modern koşullara bağlatmayı, etrafı asırlık tuzaklarla dolu bir ülkeli, milli kaynaklarla buluşçu silahlara kavuşturmayı, bunun için pırıl pırıl beyinli uzmanları özel programlarla yetiştirmeyi, sözden kurtarıp uygulamaya koyabildik mi?
Şimdi ise, bugünün olaylarına yüz yıl evvelki kafayla bakmanın sıkıntısını çekiyoruz. Halkımız bu yük altında eziliyor. Eski şarkılardaki “aşkı ve sevdayı” avutan o nağmeleri duyar gibiyiz: “ Aşkın kanununu yazsam yeniden..”
İLGİNÇ BİR FIKRA
Uzun yıllar öncesi otobüse binen bir yolcu, para yerine biletçiye öğrenci pasosu uzattı.
Biletçi, yaşlı adama bakarak: “iyi ama beyim bu bir ilk okul pasosu?” dedi.
Yolcunun vereceği cevap hazırdır:
“iyi ya, otobüsünüzü uzun zamandır durakta beklediğimi neden aklınıza getirmiyorsunuz!.”
ÖZLÜ SÖZLER: “Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz tenkit edin, basit bir adamı dost edinmek isterseniz methedin.” (T. Nelson)