YAŞAMIN İÇİNDEN
Rönesans insan merkezli dünyayı amaçlayınca, kilisenin çanları boşuna çalmağa başlamıştı. Akıl, ilim ve inanç birlikteliği yeni insanın. mayası olarak düşünülmüştü. Gün geldi teknolojik gelişmeden sarhoş olununca insancıl değerler önemini yitirdi ve ruh öldü. Artık şahika olan bedendi ve duyulanlar hazlar, zevkler, çıkarlardı. O gün bu gündür mananın güzellikleri maddenin ürettikleri ile büyük ölçüde gözden düşmüştür.
Doğu ile batı arasında bir köprü görevi yapan Türkiye ne pür akıl dünyasının ve ne de pür duygu dünyasının vatanı oldu. Kâh orada kâh burada gidip geliyor.
Cumhuriyeti kuranlar kendi kültürümüz içinde batılılaşmayı hedeflemişlerdi. Öyle de yaptılar. Bizi biz kılan maddi ve manevi değerlerimizin yozlaşmadan devamını sağladılar. Tarihi köklerimize sadakatle, sosyal içerikli bir millet yarattılar ki tam bir altın devirdir.
Siyasi tarihimizi incelediğimizde zaman zaman bu ana görüşün dışına çıkıldığı ve Türkiye'yi gelişmişliğin örneği olan batıdan tamamıyla koparıp doğululaştırmanın peşinde koşulduğu görülmüştür..
Her darbede ortaya çıkan bazı kişiler Türk'e ve Türklüğe ve hem bati dünya görüşüne karşıdırlar. Kültür bütünlüğünü sağlayamadığımızdan hızla çoğalmışlardır. de
Adil bir dünya, hukuklu bir dünya ve insan onuruna yakışır bir ortamda yaşanır bir dünya; Türk milletinin özlediği dünyadır. Bireyin şaheserliği yanında ailenin kutsiyetini koruyan ve halka güven sağlayan bir devletin mevcudiyeti vazgeçilmezdir. Bu ideale bilimle, akılla, hukukla, adaletle ve vicdanla ulaşılır. Yapılan inkılapların hepsinde bu ideal vardır. Cumhuriyeti kuranlar bu ideal için dövüşmüş ve başarılı olmuşlardır. Ancak son yıllar içinde güreşçiden bankacı, hayvanat bahçesi müdüründen bilim adamı oldu. Bununla yetinilmedi sınav soruları da çalındı. Gerçekte Türk milletinin geleceğini çaldılar.
Barışçıl bir dünya için daha geniş düşünceli, daha adil, daha filozof, daha özgürlükçü yöneticilere ve siyasi kadrolara gereksinim vardır.
Ülkemizde TBMM tüm sorunların çözüm merkezi olarak benimsenmesi nedeniyle fevkalade iyi yetişmiş parlamenterlere gereksinim vardır.
Çağ özgürlük çağıdır. Bu nedenle de en uygun rejim parlamenter sistemdir.
Genel başkanın emrinde milletvekilliklerini sürdüren siyasi kadroların tarafsız bir ifadeyle özgür fikrin, özgür vicdanın ve özgür iradenin temsilcileri olduğu söylenemez. Biat kültürünün olduğu yerde yaşamak ise hücre hapsinden farklı değildir.
Hem katılımcı hem çoğulcu demokrasi denilecek ve hem de seçim kanunu nedeniyle başkanın ağzına bakılacak. Ve TBMM halkın meclisi denilecek. Bu doğru bir tanım değildir. Parti içi demokrasinin olduğu yerde fikirler kısıtlanamaz. Aksi hali yani genel başkanın ağzına bakmayanlar partiden ihraç ediliyorsa orada demokrasi yok demektir.
Meclisler sorunların çözümlendiği yerlerdir. Sadece ve yalnızca liderlerin konuştuğu meclislerde gerçekleri ve doğruları bulmak mümkün değildir.
Seslerin duyulmadığı, konuşmaların yapılmadığı yerler mezarlıklardır.
Siyasi partiler ise düşüncelerin serbestçe sergilendiği kuruluşlardır. Konuşulur, tartışılır ve en iyi haliyle asgari müştereklerde birleşilir. Demokrasi, fikir tartışmalarının yoğunlaştığı ortamlarda dahi kavganın değil barışın rejimidir.
Esasında siyasi partiler halkın isteklerini ve beklentilerini yerine getirir. Milletvekilleri araştırır, sorgular ve hesap verdiği gibi hesap da sorar. Ancak bu evrensel ilke halen uygulanmakta olan başkanlık sistemi içinde kaybolmuştur.
Demokrasi sadece sandık seçimi değildir. Hoşgörüsüz, sevgisiz ve sorumluksuz demokrasi olmaz. Olur denilirse o demokrasinin dışında başka bir şeydir.