CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

YAŞAR CAN ADINDA BİR KURBAN-2

Önceki yazımızda  Can ‘ı  Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinde dikilip İstanbul’u seyrederken  bırakmıştık. 

Yaşar Can’ın gelişini bülbül sesli müezzinler, kendi dillerince   karşılamıştılar.  

Mevsimlerden bahardı,  akşamdı. Denizden gelen  hafif  bir poyrazdı. 

 Can okunan ezanları bir miktar dinledikten sonra başını eğip aşağıya, kendisini bekleyen  vapura bindi. Martıların denize kanat vurması, vapur düdüğünün uyandırdığı garip hüznün yolcumuzda bıraktığı  ruh halini ariflere  tarifini halsizlik sayar,  edep ve adaba münasip görmez , tekrarını zül  sayarız.  

Gene de üzerinden  geçmekte fayda vardır.  Şöyle ki,  köyde tarlasını tapanını geride bırakıp Süleymaniye’de bekar odasında bir zaman  başlı kıçlı yatarak gün devirdi. Hemşerileriyle bağdaş kurup köyden  havadisler aldı. 

Sonunda Can  nokta   dergahın adresine gidip selam iletip  bağlılığını izhar etti.  Diğer canlarla yere diz vurup  aynı kaptan çorba içip, etli pilava kaşık vurdular. Yemekten sonra dualar ettiler. Birlikte amin dediler.  Mübarek (!) ona bir takım nasihat ve ödevler verdi.

Ertesi gün ile daha sonraki gün hadiseler ile ilgili  bilgiler sıradan  ve bir hayli  kısıtlı olduğundan bu kısımları  es geçiyoruz...

Zaten şu değersiz  satırların sahibi ne edebiyatçı ne vakanüvis, ne  de tarihçidir. Burada zikrettiğim hadiseler ise İstanbul’da  bir yerden bir yere giderken ayağıma takılan  bir takım  menkıbelerden  ibarettir.

Neyse  hikâyemize  bir ara koyduk. Aradan  bir müddet  zaman geçti. 

O sabah da fırına giderken baktım dar sokağın denize bakan ufkunda  Can geniş ağır  seyyar arabasına malları yüklemiş kan ter içinde geliyor. 

Geldi geldi uzakta  bir nokta iken yaklaştığında, ağarmış saçı sakalı, bıyığı ile  görünür oldu. Bir sigara yaktı terini sildi. Bir müddet dinlendikten sonra defolu ucuz malları tezgah üzerine koydu.  Kağızmanlı Hıfzı gibi, mezarlık duvarına sırtını yaslamıştı. Tekeri kaçmasın diye altına taş koymuştu. 

 Çevre esnaf , konu komşu kendisine “ hayırlı işler dileyip işlerine savuşup gittiler. 

Can  bu defolu  iç çamaşırları , bir kaç işsiz gariban eliyle dar gelirli çevre semt insanların istifadesine de sunuyor. 

Dar gelirli hanelerin fertleri, küçük memurlar, talebeler, ablalar, bey amcalar hep o tezgaha uğrarlar.

Hal hatır sordum. Beyan etti. Benim de olağan şüphelilerimden biri olan hırsız tilki, dün bu tezgaha uğramış. Tabi kılık kıyafet yerinde. Ense kalın, kelle , sakal traşı yerinde. Yüzünden kan damlıyor.  Bu tezgahtan alış veriş yapmış. Bir hayli don atlet almış, yüz lira   vermiş.  Giderken bir hayırseverin araba üzerine siftah olarak  koyduğu   beş lirayı  da cebine atmış.  

Sahte yüz lira ile hem malları hem de hakiki parası da gitmiş. En çok da siyahını götürmesine bozulmuş. 

Teselli babından bir takım lakırdılar ettim ise de o kocaman yumruğunu sıkmıştı. Hırsız tilkinin tezgahına gelmişti ! 

İstanbul’u hallaç pamuğu gibi savurmuştu gençliğinde . Şimdi romatizmalı dizleriyle yedi tepelerden bir tepede tezgahını iterken zorlanıyordu...

(Devam edecek)

<