YAŞAR CAN ADINDA BİR KURBAN-2
Önceki yazımızda Can ‘ı Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinde dikilip İstanbul’u seyrederken bırakmıştık.
Yaşar Can’ın gelişini bülbül sesli müezzinler, kendi dillerince karşılamıştılar.
Mevsimlerden bahardı, akşamdı. Denizden gelen hafif bir poyrazdı.
Can okunan ezanları bir miktar dinledikten sonra başını eğip aşağıya, kendisini bekleyen vapura bindi. Martıların denize kanat vurması, vapur düdüğünün uyandırdığı garip hüznün yolcumuzda bıraktığı ruh halini ariflere tarifini halsizlik sayar, edep ve adaba münasip görmez , tekrarını zül sayarız.
Gene de üzerinden geçmekte fayda vardır. Şöyle ki, köyde tarlasını tapanını geride bırakıp Süleymaniye’de bekar odasında bir zaman başlı kıçlı yatarak gün devirdi. Hemşerileriyle bağdaş kurup köyden havadisler aldı.
Sonunda Can nokta dergahın adresine gidip selam iletip bağlılığını izhar etti. Diğer canlarla yere diz vurup aynı kaptan çorba içip, etli pilava kaşık vurdular. Yemekten sonra dualar ettiler. Birlikte amin dediler. Mübarek (!) ona bir takım nasihat ve ödevler verdi.
Ertesi gün ile daha sonraki gün hadiseler ile ilgili bilgiler sıradan ve bir hayli kısıtlı olduğundan bu kısımları es geçiyoruz...
Zaten şu değersiz satırların sahibi ne edebiyatçı ne vakanüvis, ne de tarihçidir. Burada zikrettiğim hadiseler ise İstanbul’da bir yerden bir yere giderken ayağıma takılan bir takım menkıbelerden ibarettir.
Neyse hikâyemize bir ara koyduk. Aradan bir müddet zaman geçti.
O sabah da fırına giderken baktım dar sokağın denize bakan ufkunda Can geniş ağır seyyar arabasına malları yüklemiş kan ter içinde geliyor.
Geldi geldi uzakta bir nokta iken yaklaştığında, ağarmış saçı sakalı, bıyığı ile görünür oldu. Bir sigara yaktı terini sildi. Bir müddet dinlendikten sonra defolu ucuz malları tezgah üzerine koydu. Kağızmanlı Hıfzı gibi, mezarlık duvarına sırtını yaslamıştı. Tekeri kaçmasın diye altına taş koymuştu.
Çevre esnaf , konu komşu kendisine “ hayırlı işler dileyip işlerine savuşup gittiler.
Can bu defolu iç çamaşırları , bir kaç işsiz gariban eliyle dar gelirli çevre semt insanların istifadesine de sunuyor.
Dar gelirli hanelerin fertleri, küçük memurlar, talebeler, ablalar, bey amcalar hep o tezgaha uğrarlar.
Hal hatır sordum. Beyan etti. Benim de olağan şüphelilerimden biri olan hırsız tilki, dün bu tezgaha uğramış. Tabi kılık kıyafet yerinde. Ense kalın, kelle , sakal traşı yerinde. Yüzünden kan damlıyor. Bu tezgahtan alış veriş yapmış. Bir hayli don atlet almış, yüz lira vermiş. Giderken bir hayırseverin araba üzerine siftah olarak koyduğu beş lirayı da cebine atmış.
Sahte yüz lira ile hem malları hem de hakiki parası da gitmiş. En çok da siyahını götürmesine bozulmuş.
Teselli babından bir takım lakırdılar ettim ise de o kocaman yumruğunu sıkmıştı. Hırsız tilkinin tezgahına gelmişti !
İstanbul’u hallaç pamuğu gibi savurmuştu gençliğinde . Şimdi romatizmalı dizleriyle yedi tepelerden bir tepede tezgahını iterken zorlanıyordu...
(Devam edecek)