YAŞLANMAK, NEREYE KADAR?
Dünyanın en zeki insanlarının beyinleri incelenerek bir sonuca varılmaz.
Kafamızın içindekiler, kafamıza göre çalışıyor.. Her kafanın genetik bir kapasitesinin bulunduğu savı yaygındır. Bu verilere göre içgüdüler, beyin harekete geçmeden de insana bir takım sinyaller gönderebilir. Beyin analiz yapıncaya kadar içgüdülerine odaklanan bazı kimseler, akıl okumanın önüne geçebilirler.
Sizlere, bir fıkra anlatarak insanların içinden geçen bu düşüncelerin kişilikleriyle özdeleştiğine dair bir örnek gösterebiliriz.
Öbür dünyada Roosevelt, Churchill ve Stalin yargılanırken sıra son isteklerinin sorulmasına gelmiş. Roosevelt: “Rus’ların haritadan silinmesini isterim.” demiş. Stalin: “ Amerika’nın yerle bir olmasını dilerim.” isteğinde bulunmuş. Churchill ise, “Roosevelt ve Stalin’in isteklerinin yerine getirilmesi benim de tek arzumdur.” demekle yetinmiş.
Gizli dileklerle beklenen yarınlar için geleceğin derinliğini ölçen bir alet yoktur ama içgüdülerin işlevsel boyutları da unutulmamalıdır.
Beyinin yakıt ihtiyacı enerjidir. İçgüdülerin de algılama radarı bulunmaktadır. Elbetteki bunlar kendi düşüncelerimiz değildir. Ama, deneyimlerle elde edilen bulguların olasılıklarına ışık tutan düşünceleri de kabullenmek zorundayız.
Bakın olasılıklar insanı nereye taşıyor? Akılla, içgüdülerin sesis güncü yükseldikçe, bundan en çok kimler yararlanır diye bir düşünceye katılabilirsiniz.. Günün olaylarını iyi okuyabilmek için topluluk önünde konuşma yapanları şöyle bir inceleyelim.
Önce, dikkatimizi kendi kusurlarımıza yöneltelim. Günün konusu olan Koronavirüs olayları incelenirken, çözümle-sonuç üzerinde, bazı endişelerin hala giderilemediği görülmektedir. Halkımız arasında, önlemler üzerindeki yaş bağlantıları ve kısıtlamalar, pek çoğumuzu tedirgin etmektedir. Bilim kurulunun görüşlerine uygun olarak 65 yaş ve üzeri gibi tahditlere bağlanan idari kararlara, geniş bir tepki duyulmaktadır. Bunun bazı kimselerde yaşlılık psikozu yarattığı ve ruhsal endişeleri kabarttığı öne sürülmektedir. Mevcut durumun rahat ve huzurunu bozan bu tür gergin düşünceler, takıntılı bir toplum olduğumuzu da kanıtlamaktadır.
Yaşamın amacı, ilerleyen yaş olmamalıdır.
Ömürlerin uzantısını belirleyen “yaş” sorunu nedir ki?
Deneyimler göstermiştir ki, yetmiş yaşındaki bir insan 40 yaşındaki bir vücut “kapasitesinde” olabilmektedir. Buna karşın 40 yaşındaki nice insan da 70 yaşında görüntü verebilmektedir.
Ne yazık ki, vücut sağlığı ve akıl üzerindeki ayrıcalıklar pek anlaşılamamaktadır.
Yüz yaşının üzerine öldüğü vakit hala bir “delikanlı” görüntüsüne sahip sayısız insanlar üzerinde ilginç öyküler dinlenmiştir. Bunlardan biri de önceki Cumhurbaşkanlarımızdan Celal Bayar’dır.
Bayar, 100 yaşını enerji içinde tamamlarken gazeteciler sorar:
“Beyefendi bu zindeliğinizi bugüne kadar nasıl korudunuz?”
Yaşamında büyük dertleri sorun etmediğini hatırlatan Bayar, şöyle der: “Hayatta önüme ne koydularsa yedim.. Bir de üzülmemeye gayret gösterdim..”
Yaşlanmak insanların doğasına yanlış yerleştirilmiş bir geleneksel saplantıdır. Gerçekten de insan “yaşlılık kompleksinden” kendini sıyırmalıdır.
Ruhunda negatif düşünceler barındırmadıkça her insan, yaşıyla ölçülemeyecek kadar iç dinamikleriyle kendi enerjisini kendisi üretebilecek bir mekanizmaya sahiptir.
Aklımızı yaşadığımız ana verelim, vücudumuzun üretkenliğine güvenelim.