YE KÜRKÜMYE
Hoca bir gün Akşehir' de düğün davetine gider
Düğün sahibi çok zengin, Hoca da pek münasip der
Hoca günlük urbasıyla teşrif etmiş bu düğüne
Hoşbeş etmek şöyle dursun yemek de gelmez önüne
Hoca bekler sabırla, bakar etrafa boşuna,
Eski hamama eski tas, olanlar gitmez hoşuna
Ne düğün sahibi bakar, ne de ilgilenen biri
Pişmanlık duymaya başlar gelip girdiğine içeri
Konuklar neşe içinde çala kaşık yemek yerler
Hocaysa bu harekete kızar bir hayli içerler
Buncacık insan içinde Hoca bir başına kalır
Hemen kalkar oracıktan evine doğru yol alır
Hışımla girer evine, şöyle giyinir, kuşanır
Başına takar sarığı, sırtına kürkü döşenir
Tekrar gider o düğüne herkes kapıda karşılar
Ne zengin, kalır ne fakir, Hoca'yı dil ile sular
Oturturlar baş köşeye aman Hocam buyur diye
Hoca deminki Hoca der, öyleyse bu ikram niye
Öyle bir sofra kurarlar ki her şeyin en iyisi var
Hoca aldığı lokmayı buyur eder kürke sunar
«Ye Kürküm Ye» der durmadan, ağzına atar sonradan
Görenlerse merak eder sebebini sorar Hoca'dan
Hoca der demin de geldim, üstümde gündelik urba
Hiç kimse ilgi duymadı, köşede kaldım ben burada
Şimdi ise giydim kürkü, başıma taktım kavuğu
El etek öpen çok oldu, yedik kızarmış tavuğu
Olup biteni anlarlar, bir hayli mahcup olurlar
Keramet kürkte, kavukta, yemeği de yesin bunlar.