Yolcu / YORGUN SANATÇI
12 numaralı Üsküdar Kadıköy Belediye otobüsünün tüm yolcuları ayağa kalkmış, Yeşilçam sinemasının hayatta kalmış son figüranına karşı insanlık görevlerini yapıyor; saygı duruşunda bulunuyor!
Üsküdar -Doğancılar- Çiçekçi- Kadıköy güzergahının yolcuları hepten ayakta yaşlı ve yorgun sanatçıyı anılarıyla baş başa bırakmış... Dışarıda insanlar , evler , arabalar erimiş kurşun gibi akıyor. Ev aralarına sıkışıp kalmış türbeler, usta işi yazılarıyla sessiz birer çığlık sanki...
15 Temmuz efsanevi direnişinin isimsiz kahramanlarından bir delikanlı oturduğu koltuktan kalkarak yaşlı sanatçıya yerini vermişti. O mahcup , gözleri yorgun, alnı kırış kırış ,suratı harita gibi çizgilerle dolu...
Otobüs yolcuları hepten ayakta. Belki de rahatsız etmeden onu seyretmek için ayağa kalkmıştılar. Sanki herkes bir sonraki durakta inecekmiş gibi ayaklanmış. Hatta semtin son pazarı cuma pazarından tıka basa lahana, hıyar, domates, patlıcan , maydanoz doldurduğu pazar arabasıyla yaşlı hanım teyze yetmişli yılları arkasında sürüklüyor şimdi.
Hemen herkesin tek bir bahanesi var sanki; sözüm ona bir sonraki durakta inecekler!.. Otobüs şoförü, akşamları tükenmiş ,başı turuncu akşam güneşine batmış; arkaya bağırıyor, hatta yalvarıyor:
- Lütfen ilerleyelim beyler , arkalar boş!..
Yolcular kapı ağızlarında birike dursun, yetmişli yılların afilli delikanlısı, bol paçalı pantolonunu savurarak kadrajın merkezine giriyor. Gür siyah sık saçlar geriye taralı, uçları burulmuş bıyığıyla bıçkın delikanlı racon kesiyor...
Omuzuna attığı ceketini her an bir eline dolayabilir, diğer eliyle bıçağını çekebilir. Beyaz bol yakalı gömleğinin göğsü uçarcasına açık. Yelek teferruatı tamamlıyor...
Otobüs yolculuğu sanki hiç bitmeyecek, yolcular sanki hiç inmeyecekmiş gibi zaman durmuş... Bir tek yolcu; yaşlı sanatçı oturmuş yorgun gözlerle eski günleri seyrediyor ...
Hayal penceresinden hayat bir film şeridi gibi akıyor... Seyirci kopan film şeridine karşı isyanlarda...
Otobüs ard arda durakları hızla geçiyor. Duraklar otobüs bekleyenlerle dolu. İnenlerin yerini hemen binenler dolduruyor.
Yaşlı sanatçı ucuz bastonuna dayanmış Yılmaz Güney’li yılları seyrediyor... Bir türlü iyi adam olamamıştı. Hır gürden, vurmaktan vurulmaktan bir türlü kurtulamamıştı... Gazino patronunun fedaisi , grevlerde grev kırıcısı , yoksula karşı ağanın yanaşması rollerine çıkmıştı hep... Senaryoyu hazırlayanlar ona hep kötü roller biçmiştiler. İrili ufaklı yüzlerce filmde hapislere girmiş, avluda volta atmış, voltasını kesenlerin voltasını kesmişti. Mahpusane duvarının önünde resimler verdiler. Beyaz yakaları akkuşa benzeyen gömlek üstüne giydiği yeleği ne de güzel dururdu...
O her zamanki gibi olmayacak bir hayalin peşinde, yıpranmış, bitik rüyalar görüyor. Son senaryosu boynuna aştığı bu eski çantanın içinde. Saçları aklaşıp yün de olsa o bir gün senaryosunu yeni yetme yapımcılara kabul ettirecek. Bekleyeni, eşi dostu olmasa da o yarın için yeni hayaller kuracak...Gün sona eriyor; jenerikten akan yazıda Paşakapısı cezaevi durağı, İkibinonaltı yılının bir eylül sonu; vakit akşam...yazısı okunuyor...
Yorgun. Gönlü kırık eski sanatçı durakta iniyor, omuzunda çantası, bastonuna yüklene yüklene evinin yolunu tutuyor...Adı mı? İnanın adını ben de bilmiyorum. Zaten figüranların adını kim hatırlar ki?
Sigortadan emekli miydi? Çoluk çocuğu var mıydı? Evli miydi? Adını sorsam hatırlar miydi? Sanmıyorum. Yorgun , yaşlanmış ,hayata kırgın; bir zamanlar sanatçı olduğunu söylemek, adını söylemekten bile kendine ağır gelecekti...