Yönetme sanatı
Yönetme bir sanat. Her yiğidin bir yoğurt yeme biçmi var’ demiş atalarımız. Tam da bize göre bir deyim. İnsan her yerde insandır. Her insan hayatında birilerini yönetir. Bu yüzden vahiy, ‘her biriniz çobansınız, himayenizdekilerden sorumlusunuz’ demiş olmalı. İnsan sayısınca yönetim biçimi var. Benzerliklerine veya benzemezliklerine göre tasnif edildiğinde belli sayıda yönetim biçiminden söz edilebilir. Bu kaba tasniflere isimler verilmiş ve blli başlı yönetim biçimleri, tarzları ortaya çıkmış. Birileri yönetme üzerine düşününce bu tasnifleri yapmak ve isimlendirmek işine girişmiş olmalı.
Xxxx
Bir ailenin yönetici olduğu, o ailenin en yaşlısının lider, ötekilerin de alt kademelerde yönetici olduğu tarz. Sonra bu bile insan bencilliğini ve benini tatmin etmeyince ailenin diğer fertlerinin de yetkileri en yaşlı erkekte toplanmış. Tek adam yönetimi denilmiş. Sonra bu tek adam yönetimlerinin de ayrı ayrı isimlendirilmesi gerektiğinde Başkan, Kıral, Padışah, Şah, Reis, Cumhurbaşkanı, Devletbaşkanı gibi sıfatlar aranıp bulunmuş.
Soylu bir aile, zengin bir aile, birçok zengin bir arada, sermayenin şekillendirdiği yönetimler hep yaşanmıştır. Bu tür yönetimlerde halk tabakaları, köylüler, işçiler, esnaf ve ziraatçılar,memnun olmayınca başka yöneticiler aranmış olmalı. Bu defa da toprak sahiplerinin yönetimi yaşanmış. Toprak sahipleri de soylulardan, aristokratlardan, sermaye sahiplerinden çok başka yönetmemişler insanları.
Sermaye sahiplerine ,soylulara, toprak sahiplerine karşı çıkmalar, derebeyler türemiş bir ara, sonra köylüler ayrı, işçiler ayrı darbelere, ihtilallere kalkışmışlar. Kiminde başarılı da olmuşlar. Ama yönetilenlerin ekserisinin mutlu ve memnun olduğu bir taz bulunamamış. Din adamları ve din kurumları manevi kimliklerinin ağırlığı ile yönetime talip olmuşlar, ya bizzat ymnetmişler ya da yönetenler üzerinde etkili olarak, istediklerini yaptırmışlar.
Xxxx
İsa’dan 300-400 sene önce bir yönetim şekli hayal edilmiş. Eflatun’un devlet felsefesi bir demokrasi denemesidir. Halkın bizzat kendini yönetmesi diyerek yola çıkılmış. Sonra bunun mümkün olmadığı sezilince temsil nizamına geçilmiş. Eflatun kendi yaşadığı döneme uygun olarak devletleri şehir devleti olarak algılıyordu. Şehirleri, devletleri, halkı filozofların yönetmesinin uygun olduğuna kani idi. Beş bin nüfuslu bir şehir devleti hayal ediyor ve bu devlette filozofların en akıllı kişiler olduğundan yönetme haklarının olduğunu ifade ediyordu.
Temsil nizamına geçilince meclis kaçınılmaz oluyor. Tek meclisi yeterli bulmayanlar çift meclisli temsil nizamnın öneriyorlar ve uyguluyorlar.
Temsil nizamı aynı zamanda dmeokrasi adıyla anılıyor ama, onun da çeşitli uygulamalrı var. Medeni toplumlara gelindiğinde, İsa’dan sonra Kilise işe kolları sıvayarak girişiyor. Çok kanlı savaşlar oluyor. Zulümler yapılıyor. Ama demokrais yine ara ara kafasını uzatıp, ‘Ben buradayım’ diyor. Günümüze gelinceye kadar demokrasiden herkesin haberi ve nasibi olmasına karşılık, yine de dmokrasiyi tam olarak alıp benimseyip, uygulayan yok.
Xxxx
Yönetimlerin tarzı ve adı ne olursa olsun bir baş belası var. İhtilal. Darbe. Yönetimleri beğenmeyenlerin, mutsuz olanların yasal olarak kurtulamadığı yönetimleri devirmek için baş vurduğu bir yol, alet, enstrüman.
Demokrasi kanun yapmayı, kanun uygulamayı, yargılamayı ayrı birer karar merci olarak kabul etmiş. Yasama, Yürütme (İcra) Yargı adıyla anayasasına koymuş. Bunu da milleti temsil çin seçilen milletvekilleri, halk meclisi, seçkinler meclisinde yapsınlar demişler. Ama milletvekili seçilenlerin kendilerine sağladıkları ayrıcalıklar, saygı gösterilmesi gereken seçenleri, dönüp kendisine saygı göstermeye mecbur etmesi sıkıntıların ortaya çıkmasını sağlıyor.