YORGANMATİK
O gün de akşam olmuş, vapurla Beşiktaş ‘tan Üsküdar’a geçmiştim. Üsküdar rıhtımında sıcak su torbası ,çiçek, oyuncak fare, zıplayan tavşan, düdük, örümcek adam , Süpermen maskeleri satan vatandaşı görmüştüm. Roman vatandaşın def, dümbelek, zurna ve bel kıvırıp göbek atan solistinin yer aldığı açık hava orkestrası önünde bir müddet duraklamıştım. Yaşı -başı yetmişini geçkin bir roman karı hem yanındakiyle bir şeyler konuşuyor hem de elindeki tefle bu canlı- heyecanlı orkestrayı başarıyla idare ediyordu.
Hava soğuk ve batı tarafında ufukta, gökyüzü kızıl kana kesmişti. Dolmuş duraklarındaki kuyruklar uzadıkça uzamaktaydı.
Efkarı umumiye elleri ceplerinde, başları önlerinde düşünceli bekleşiyordu. Yorgun yaşlı bir adamın yanındaki yaşlı adama şöyle dediğine şahit oldum:
-Emekli maaşına otuz lira zam yapmışlar… Reva mı bu?.. Hakkımı helal etmiyorum!..
Doğru söze şapka çıkarılır. Ben de beremi çıkardım. Benim düşünceme göre de, yönetim “önce insan” demeli. Ne yapıp edip emeklilerin, isçilerin gönüllerini yapmalı. ..
Üsküdar’dan eve yürüyüş mesafesi taş çatlasa yirmi-otuz dakikadır. Dolmuşa otobüse binmem tabana kuvvet yürürüm.
Bu minval üzere Ahmediye’den Doğancılar’a, oradan da Çiçekçi’ye kadar yürüdüm. Maranki’nin hayal mekanındaki vitrinlerine baktım. Vitrindeki resimde Maranki tarlasında “doğal “ ürünle meşgul görünüyor, hafifçe bıyık altından gülüyordu. Kendi kendime “Sağlık Bakanlığı ne güne duruyor? “ demiş ancak cevabını bulamamıştım.
Musahipzade Celal Tiyatrosunun ışıkları erken yanmıştı. Bir kaç kişinin şapkası püsküllü Saadet Hanım oyununa bilet aldığına şahit oldum.. Kendi kendime “ Ne tevafuk! Oyun tam da öğretmenler gününe denk gelmiş ” dedim. Öğretmen olduğunu tahmin ettiğim yaşı geçkince bir bayan elinde bir demet çiçekle yokuş yukarı tırmanmaktaydı.
O sırada Doğancılar parkında köpek gezdiren bayanlar ile oyuncak parkında torunlarını sevindiren nineler soğuk banklarda oturmakta, bazıları da bacak bacak üzerine atıp inadına sigara içmeye devam etmekte idiler.
Yürüdüm. Paşakapısı Cezaevinin soluk ışıkları yanmıştı. Karşısındaki bankamatik noktasındaki bankamatiklerin , bankamatiklerin yanında her akşam çiçekli yorganıyla istirahata çekilen “Adembaba “yi gördüm. Adam fırça bıyıklı, gür sakallıydı. Hayatını hep dışarıda, açık havada sürdürmektedir. .
O gün de bankamatiğe gidip yatan adamın başına dikildim. Her zamanki gibi gene o akşam da mahcup, yüzünü sakladı. Kullanmadığım dolmuş parasını adamın avucuna aktarırken bilinen o soruyu sordum.
-Hemşerim nerelisin? dedim.
Adam her zamanki gibi başına yorganı çekip bir elini çıkardı , baştan savmaca;
-Ne yapacaksın yav memleketimi?.. Buralıyım , Üsküdarlıyım yau , diye kestirip attı.
Takıldım ;
-Tam da yerini bulmuşsun hemşerim, iki bankamatiğin var, dedim. Adam sıcak sıcak güldü.
-Verenden de vermeyenden de Allah razı olsun ,diyerek tekrar yorganına sarıldı. .
Kendisiyle yaptığım geçen günkü kısa mülakatta polisin toplama yerini sormuştum. Adam yorganına sarılarak verdiği demeçte; soğuk kış gecelerinde polisin kendilerini toplayıp Metin Oktay kapalı spor salonuna götürdüğünü , salonda sadece üç adet hela bulunduğunu, dolayısıyla ortalığı b.k götürdüğünü beyan etmişti.
-Rüya görüyorum musun? diye sorduğumda ;
-Ne rüyası yav? diyerek gülüp çicekli yorganını başına çekmişti.
Hayat bazıları için gerçekten zor !
Kapıyı açıp eve girince kaloriferin sıcağını yüzüme çarpar, alelacele acele kendimi yatağa zor atar, yorganmatikli adamı, yolda rastladığım insanları, rüyalarımı ve adımı bile unuturum...
Akşam soğuğu çıplak bir bıçak gibi sokaklara düştüğünde, Cezaevinin karşısındaki bankamatiklerin orada adam çiçekli yorganmatiğine sarıldığında...